KALEM EHLİNİN HALLERİ…

Bu ülkede yazar, şair, ilim ve fikir adamı olmak, doğrusu epeyce delilik, cesaret ve kahramanlık istiyor.

İlim adamlığından kastımız, bir üniversitede akademik kariyer basamaklarını tırmanmak değil tabii. Akademik kariyer yaparak ilim adamı olan ve son basamak olan profesörlüğü ele geçirdikten sonra ömür boyu hiçbir yeni eser vermeden üniversitelerde hocalık edip maaş alan ve yaş haddinden emekli olan çok akademisyen var. Bu insanlara ilim adamı demek, hakiki ilim adamlarına haksızlık olur.

Kastımız, her hangi bir akademik unvana sahip olmadığı halde ilmî eserler veren büyük cesaret ve gayret sahibi insanlardır.

Bu insanlar, yaptıkları derin ve uzun soluklu araştırmalar neticesinde orijinal bilgilerle dolu eserler verirler ama bu eserleri okuyacak ciddî okuyucu bulmaları epeyce zordur. Osmanlı asırlarında doçentlik, profesörlük gibi batıdan ithal ettiğimiz akademik unvanlar olmadığı için, hakiki ilim adamlarının okuyucuları ve sevenleri de çok oluyordu.

Osmanlı asırlarında lise muallimi seviyesinde olup günümüzün profesörlerine kök söktürecek kalitede eser veren çok sayıda ilim adamı mevcuttu.

Bu hususta aklımıza ilk geliveren Âgâh Sırrı Levend oldu. Onun edebiyat tarihimizle ilgili eserlerini, bugünkü değme edebiyat profesörleri yazamaz.

Ayaklı tarih İbn-ül Emin Mahmut Kemal İnal da profesör unvanı taşımıyordu ama eserleri hâlâ aşılabilmiş değildir ve elbette zaten aşılması da mümkün değildir.

Bu insanların meşhur olmak gibi bir dertleri de yoktu. Bu insanların eserlerini, zaten ilgilileri buluyor, okuyor ve daha geniş okuyucu kitlelerine ulaşmasını temin ediyorlardı.

Şöhret olmanın ve unutulmanın bir günlük hadise haline geldiği zamanımızda ilimle, fikirle, sanatla meşgul olan insanların eserlerinin satılması, okunması gerçekten mühim bir meseledir.

Dijital teknoloji çağında insanların ilgi alanları o kadar çeşitlendi ki ciddi meselelerle uğraşan ve eser verenlerin sayısı her geçen gün daha çok azalıyor.

Ülkenin nüfusu arttıkça satılan kitap sayısı azalıyor. İlimle, fikirle ve sanatla meşgul olanlar, eserleri satılmadığı için ümitsizliğe kapılıyor ve sevdikleri bu alanlardan uzaklaşmaya kendilerini mecbur hissediyorlar. Nice yıllar emek verip yazdığı bir kitabın 85 milyon insanın yaşadığı bir ülkede bin adet bile satılmaması bu insanları,ilim, fikir ve sanatla uğraşmaktan soğutuyor.

Dijital çağın bir hastalığı da herkesin her şeyi bildiğini zannetmesi… Ellerindeki cep telefonlarından internete girerek, daha çok batılıların ürettiği video ve “içerikleri” seyredenler, kendilerinin her şeyi bildiği zehabına kapılıyorlar.

Hakiki ilim, fikir ve sanat adamları da emeklerinin karşılığını alamadıkları için her geçen gün daha çok ümitsizliğe kapılarak, kendilerini başka sahalara yönelmeye mecbur hissediyorlar.

Bütün bunları neden yazdık. Dün Denizli Tavas Vakıf Köyü’ndeki Ekrem Kaftan Kütüphanesi’ni Denizli’de ikamet eden çok değerli beş güzel insan ziyaret etti.

Emekli müftü Halil Yavuz, emekli imam Mustafa Örki, emekli bürokrat Hüdaverdi Akbeyik, esnaf Orhan Cura ve emekli öğretmen Mustafa Kütükcü Denizli’den geldiler ve saatlerce sohbet ettik.

Bu güzel insanların hepsi aynı zamanda yazar, araştırmacı ve şair. Bu güzel insanlar yıllardan beri aslında bütün insanlığın okuması gereken eserler kaleme alıyorlar, zor şartlarda yayınlıyorlar ancak eserlerinin geniş kitlelere ulaşamaması yüzünden emeklerinin karşılığını alamadıklarını düşünüyorlar. Aslında hiçbiri kitaplarından para kazanmak derdini taşımıyor. Bütün istedikleri, kitaplarının okunması ve içlerinde yer alan bilgilerle insanların bilgi dağarcığının zenginleşmesi, hayatlarının güzelleşmesi, yeni bilgilere, yeni fikirlere ve sanat eserlerine kapı açılması…

Yazık ki 85 milyon insanın yaşadığı ülkemizde belki artık hiçbir kitabın 85 bin adet satması ihtimali bulunmuyor. Zira insanımız, eline kanlı canlı bir kitap alıp okumak yerine elindeki cep telefonu veya tabletin ekranından okuduğu çoğu boş ve gereksiz şeyleri(!) bilgi zannediyor.

Yıllarca süren araştırma, düşünme ve gayret neticesinde ortaya konulan eserlerin beklenen alakayı görmemesi, eser sahiplerini ümitsizliğe sevk etmez mi?

Zira meşhur sözdür:

“Marifet iltifata tâbidir/ Müşterisiz metâzâyîdir, derler.

Her biri kendi sahasında güzel ve başarılı eserler ortaya koyan Halil Yavuz, Mustafa Örki, Mustafa Kütükcü, Hüdaverdi Akbeyik ve Orhan Cura,Denizli’mizin yüz akı insanlarıdır. Maalesef bu gayretli büyüklerimizin eserlerini nüfusu bir milyona ulaşan Denizli’de acaba bin kişi alıp okudu mu diye merak ediyoruz.

Bu güzel insanlar, Osmanlı asırlarında yaşasalardı biz bugün bu insanların eserlerini büyük bir ilgiyle takip edecek ve hepsini hayırla anacaktık. Bizim ülkemizde kıymetli insanların kıymetinin anlaşılması için ölmesini beklemek gibi bir anlaşılmaz hastalık bulunuyor.

Bendeniz batı romanlarını okumayı çok severim. Batılı yazarların büyük çoğunluğu eserlerinin satışından kazandıkları parayla çok müreffeh bir hayat yaşıyorlar. Zira güzel eserlerin batıda çok büyük bir okuyucu kitlesi bulunuyor. En azından bendenizin okuduğum bütün batı romanlarının yazarlarının hayat hikâyelerinde, kitapların yüzbinlerce satıldığı ve yazarların sadece kitaplarının gelirleriyle yaşadıkları bilgisi yer alıyor.

Bizim ülkemizdeki kalem ehlinin halleri ise ayrı bir roman konusudur.

Bizim hâlâ batının gerisinde kalmış olmamızın tek sebebi, kitap okumamamızdır vesselam…

Diğer Yazılar