MARKA İHRAÇ ETMELİYİZ

Denizli Genç İş Adamları Derneği’nin 14. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Urhan, başkan şeçildikden sonra ilk röportajını Yeni Olay Gazetesi’ne verdi. Başkan Urhan , ’’ Üyelerimizin istekleri doğrultusunda icraatlarımızı ve projelerimizi gerçekleştireceğiz’’ dedi. 

Denizli’nin sanayici ve üretici şehir olduğunu dikkat çeken Urhan , ‘’ Bizim o üretici şehir kimliğinden üretim kimliğine üretim toplumuna geçiş yapmamız gerekiyor.Biz dışarının fasoncusu olmayalım. Onlara üretim yapıp yüzde beş on karlarla çalışmaktansa bize üretim yapacak insanlara biz fikir ve marka ihraç edelim’’ diye konuştu. 

13 Eylül’deki kongrede DEGİAD başkanlığına seçilen Hakan Urhan Denizli’nin Ekonomide Eğitimde Turizmde ve diğer konularda neler yapması gerektiğini gazetemize anlattı. Gelecekte Denizli ekonomisine yön verecek yönetici arkadaşları ile birlikte çalışmalarını başlatan Urhan, Herşey eğitim ile başlıyor eğitim bizim önceliğimiz olmalı’ dedi. 

Hakan Urhan kimdir bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Kendinizi nasıl tanımlarsınız? 

Ben aslında kendini tanımlamasını ve anlatmasını sevmeyen biriyim. Anlatmaktan ziyade yaptığım işlerle ve icraatlarla insanlar beni tanısın isteyen bir insanım. Ben şu’yum ben bu’yum demek  benim çok hoşuma gitmiyor. İcraatlarla ve yaptığımız işlerle insanların zaten kafasında bir imaj oluşuyor. Yaptığım işlerde titiz olmaya özen gösteriyorum. Biraz da işkolik birisiyim diyebilirim.

Neden DEGIAD Başkanlığı?

DEGİAD, ben ilk üye olduğumda daha etkin bir kurumdu. Benim buraya kaydolmama vesile olan rahmetli başkan Sadık Emre Çaputçu benim çok yakın dostumdu. Onun vesilesiyle ben üye oldum. Onun döneminde bir heyecan vardı burada. İşlerimin yoğunluğundan dolayı o dönem yönetim kurulu üyesi olmadım. Ben yönetim kurulu üyesi olmama rağmen Sadık’ın yaptığı bütün işlerin içerisinde o heyecanı onunla birlikte hepimiz hissediyorduk. Sonrasında bu heyecan pek kalmadı. Bu sadece benim Sadık ile aramdaki dostluktan kaynaklı bir heyecan değil, bu DEGIAD’daki üyelerin hepsinin ortak hissettiği bir heyecandı. Sonrasında derneğin bu heyecanı biraz yitirdiğini gördük ve bu derneğin bir üyesi olarak da hep şikayetçi tarafta kalmaktansa biz de sorumluluk alalım dedik. Sonuç itibari ile demokratik ve medeni bir haktır seçme ve seçilme hakkı, biz de bir söz söyleyelim, bizim de farklı bir vizyonumuz tarzımız düşüncelerimiz fikirlerimiz var dedik. Şu anda ben DEGIAD’ı, yapısı ve duruşu gereği bizim icraatlerimizi en verimli şekilde yapabileceğimiz ve fikirlerimizi en güzel şekilde uygulamaya geçirebileceğimiz dernek olarak görüyorum Denizli’de. Kendim de bu derneğin üyesiyim ’Neden olmasın?’ dedim. Arkadaşlarım da sağolsunlar bu konuda beni layık gördüler. ‘Sen ol, sen yaparsın, burayı derle topla yeni bir heyecan olsun tekrardan beraber olalım’ dediler. Herkes heyecanladığı zaman, oraya ait hissettiği zaman çok değişik güzel fikirler oraya çıkıyor. Bütün arkadaşlarımız kendi yönetim kurulumuz dışındaki arkadaşlarımız bile beni arayıp fikirlerini, heyecanlarını dile getiriyorlar.  Benim yedek listemde dahi olmayan üyelerimiz beni arayıp tavsiyelerde bulunuyor. Bu insanlarda bir heyecan oluştuğunu gösteriyor.  Şu an arkadaşların beni arayıp fikirlerini taleplerini iletmesi bir heyecan oluşturduğumuzu gösteriyor, benim yorumum bu. İnşallah biz de bunu boşa çıkarmayacağız.

Peki DEGIAD’da ilk ne değişecek?

DEGİAD ilk olarak üyelerine ulaşacak, üyelerine gidecek. Üyelerinin isteklerine göre icraatlarını ve projelerini yapacak. Kendi kafamıza göre takvim ve programdan ziyade insanların istekleri ön planda tutularak bir icraat yöntemi benimseyeceğiz. DEGİAD ülkedeki makro değişimler olsun, şehrimizdeki yerel gündem olsun bunla ilgili bütün konuların takipçisi olacak. Kendi üyelerimiz ve Denizli’mizin menfaatiyle ilgili kendi yorumuna göre pozisyonunu alacak, mutlaka işin içerisine dahil olacak. Dinamik olacak, aktif olacak. Mesela bugün Türkiye’de ekonomiyle ilgili bir gelişme yaşandı diyelim, DEGİAD bununla ilgili bir yorumda bulanacak, şehrimizle ilgili büyük bir değişime sebebiyet verebilecek bir proje başlatıldı diyelim, bununla ilgili pozitif veya negatif yorumlarda bulanacak. Sadece eleştirel değil, yapılan düzgün şeylerinde takdiri ve bunların onaylanmasıda bu yorumların bir parçası olacak. Burada objektif rasyonel yorumlar yapacak mutlaka gündemin takipçisi olacak. 

New York’ta yaşamış biri olarak Amerika ile karşılaştırdığınızda Türkiye’yi Dünya’da nereye koyarsınız?

Belki klişe olabilir ama coğrafi konumu gereği Türkiye bir çok kültüre ev sahipliği yapan bir coğrafya. Bu çok büyük bir zenginlik. Türkiye eğer bu zenginliğini bu çeşitliliğini olumlu anlamda harmanlayıp bunu avantaja çevirecek bir felsefe seçerse, her anlamda gelişmesi için önü açılır. Amerika göçmenlerden oluşan bir ülke. Avrupalıların hakimiyetinde kurulmuş ama sonrasında dünyanın dört bir yanından göçmenleri de kabul eden bunun üzerine bina edilmiş bir ülke. Orada her inançtan, dilden insan var ama bunların bir harmoni ve uyumlu bir şekilde belli kanunlar çerçevesinde verimli bir şekilde yaşamalarını ve çalışmalarını sağlayan bir düzen kurulmuş. Bu düzen farklı kültürlerin artılarını toplayıp bunu bir değere çevirebiliyor. Türkiye de bunu yapabilir. Türkiye kapalı, denize kenarı olmayan, kıyıda köşede küçücük bir ülke değil. Türkiye’nin her tarafı açık. Bir tarafı Ortadoğuya bakıyor bir tarafı Balkanlara, Akdenize açılabiliyoruz. Çok avantajlı bir coğrafyada bulunuyoruz. Bu zengiliği kullanırsak Türkiye’nin önü açılır. Diğer görüşüm ise Türkiye’nin genç nüfusu. Genç nüfus çok büyük bir kaynak. Bence bugün Dünyadaki en büyük kaynak insan kaynağı. Mesela bugün İngilterede petrol çıkmıyor ama Dünyadaki petrol ticaretine hükmeden bir güç. Peki bunu nasıl yapabiliyor İngiltere? İngiltere yetişmiş insan gücüyle yetişmiş beyinleriyle uyguladığı siyaset ve politikayla kendisinin topraklarında çıkmayan bir kaynağı kullanabiliyor. Bunu çoğaltabiliriz. Yani sizin toprağınızda çıkmasa bile bu kaynak, siz insanınızı düzgün eğittiğiniz zaman o gidip o kaynağa hükmediyor sahip oluyor. Ama mesela Ortadoğudaki petrol zengini ülkeleri de görüyoruz insanları sefaletten savaştan başını kaldıramıyorlar. Bu kaynak onların topraklarında yetişmesine rağmen insanlara bir faydası olmuyor. Buradaki en büyük kaynak sizin toprağınızın altından çıkan şey değil. O kaynaklara sahip çıkabilecek o kaynakları ekonomiye entegre edebilecek beyinler insanlar yetiştirmeniz lazım. Bu da eğitimle olacak. Bizim en büyük kaynağımız genç nüfusumuz. Ama burası ile ilgili Türkiyenin Dünya standartlarında bir eğitim sistemi getirmesi lazım. Dünya ile uyumlu hatta Dünya’dan bir adım önde hırslı bir ülke görünümüyle bu insanlarını bu çocuklarını iyi yetiştirmesi lazım. Uzun vade de bu çocuklar inanın ki bizim kendi topraklarımızdaki menfaatleri korumakla kalmayıp, dış ülkelerdeki kaynakları ve zenginlikleri buraya taşımak için çalışmalar yaparlar. En basitinden biz bu çocukları iyi eğitimle özgür ortamı sağlayamadığımız zaman akıllı olanları zeki olanları iyi eğitimli olanları yurtdışına kaçıyorlar. Yani beyin göçü veriyoruz. Sütün üzerindeki kaymak tabakası yurtdışına kaçıyor. Buralarda Türkiye gerekli önlemleri ve uzun vadeli planları ile eğitimde bir devlet politikası oluşturabilirse Türkiye’nin her zaman için önü çok açık. Tabiki bizim Avrupa ile Amerika yapısal olarak , siyasi olarak, kültürel olarak çok farklılıklarımız var. Biz farklı bir kültürüz farklı bir ülkeyiz. Bunu avantaj veya dezavantaj anlamında söylemiyorum. Mesela Japonya’da çok farklı bir kültür uzak doğuda çok farklı bir kültür ama gelişmişlik düzeylerine baktığınız zaman onlar da çok öndeler. Bu kültürlerden de bağımsız. Biz de farklı bir coğrafyanın ülkesiyiz insanlarıyız ama Dünya standartlarında biz işlerimizi düzene sokar eğitimimizi çocuğumuzu nüfusumuzu eğitirsek bizde onların seviyesine çok rahat ulaşırız. Ben insana, genç nüfusumuza ve eğitimine çok önem veriyorum. Bence herşey oradan başlıyor.

Peki Denizli?

Önümüzdeki yüzyılda bence ülkelerden ziyade şehir ekonomileri daha çok ön plana çıkacak. Artık ülkelerin sınırları eskiden olduğu kadar önem arz etmiyor. Şu an sadece siyasi bir çizgi. Bu zaman içerisinde ortadan kalkmaya başladı. Schengen bölgesi örneği gibi. Bir birlik oluşturdular. Zaman içerisinde dünya buraya kayıyor. Şehir ekonomileri kendi etrafında ve ekosisteminde bir özerk yapıya sahip olacaklar. Denizli’ye bakacak olursanız Denizli ticaretin ve sanayinin güçlü olduğu bir şehir. Tam olarak kullanılsa turizmde çok büyük potansiyeli var. Denizli bir tarım şehri. Denizli ekilebilir verimli toprak alanı, Türkiye’deki 2. Büyük üzüm bağlarına sahip şehir. Denizli’de her türlü şey yetişebilir. Bunların verimli bir düzenlemeden geçmesiyle bu şehir ekonomiye çok daha büyük katkı verebilir. Denizli bir sanayi şehri diyoruz ama ben üretim toplumu olmakla üreticiliği ayırmak istiyorum. Mesela tekstil anlamında konuşacak olursak Pakistan da üretici Hindistan da üretici Bangladeş de üretici. Başka markaların üreticisi olmak fasoncusu olmak sadece sizi üretici yapar. Siz bir üretim toplumu olmak istiyorsanız o markayı üretmeniz lazım. O markayı üretenlerde Avrupa ve Amerika. Biz onların üreticiliğini yapıyoruz… Denizli bir sanayici ve üretici şehir. Bizim o üretici şehir kimliğinden üretim kimliğine üretim toplumuna geçiş yapmamız gerekiyor. Bu da yine eğitime dayanıyor. Biz dışarının fasoncusu olmayalım. Onlara üretim yapıp yüzde beş on karlarla çalışmaktansa bize üretim yapacak insanlara biz fikir ve marka ihraç edelim. Biz markalarımızı fikirlerimizi ve projelerimizi geliştirelim. Yapmamız gereken dönüşüm bu. Denizli’nin turizm potansiyeline gelecek olursak…  Turizm sadece termal kum deniz güneş bağlamında düşünülmemesi gereken bir durum. Gelişmiş ülkelerde çoğu örneklerini görüyoruz, bir şehir birşeyi ile ünlü olduğunda sadece o şeyi görmek için yemek için fotoğrafını çekmek için o şehirlere gidiyorlar para harcıyorlar ve dönüyorlar. Denizli’de birçok şarap üreticimiz var. Çal , Bekilli , Güney bölgesinde buranın ekoturizmi buraya giden insanların burada konaklamasına bie iki gün imkan tanıyacak tesislerin oluşturulması ve bunların bir denklemde bir araya getirilmesi suretiyle orası canlandırılabilir. Denizli’de termal dışında çok güçlü tarihi bir doku da var. Bunların da turizm içine dahil edilmesiyle çok büyük bir potansiyeli Denizli yakalayabilir. Avrupa’da neredeyse her sokakta 1 Euro’ya satılan hediyelik eşyalardan satan dükkanlar var.  Bugün bir turist Denizli’ye geldiğinde Bayramyerine indiği zaman Denizli’yi hatırlatan bir magnet bir hediyelik süs eşyası almak istese yok. Bir turizm bilgi bürosu yok. Burası merkezinde 600.000 nüfuslu bir şehir. Bu turizmden daha iyi faydalanmak gerektiğini düşünüyorum. Burasının nüfusu Avrupadaki çoğu ismini bildiğimiz bize reklamı yapılan şehirlerden fazla. Buranın reklamı ve planlamasının daha güçlü yapılmasının taraftarıyım. Burası ile ilgili kebapçıların, Pamukkalenin, Kaleiçinin , antik kentlerin olduğu bir proje geliştirilse Denizli turizm konusunda çok ileri gidebilir. Denizli bu sayede çok büyük paralar kazanabilir. DEGİAD’ın mutlaka bununla ilgili projeleri olacak. Şehri bir şirket olarak görürsek, şirketinde para kaybettiğin bir alan görürsen ne yaparsın? Müdahale edersin. Potansiyel bir müşteri görürsen onu kendi şirketine çekmeye çalışırsın. Denizli bu yönlerini çok iyi değerlendirmeli.  Bu konularla ilgili İş Adamları Derneği bu sinerjiyi oluşturmak için elinden geleni yapacak. 

Genç Girişimcilere, Kendi İşini Kurmak İsteyen Gençlere Neler Önerirsiniz? 

Ben etüd etmeye ve araştırmaya çok inanan birisiyim. Bir kere kesinlikle Dünya’yı araştırsınlar Dünya’yı tanısınlar. Ben gençlere üniversite döneminde gezmeyi öneriyorum. Yurtdışında bulunsunlar, öğrenci değişim programlarını kaçırmasınlar. Avrupa’nın küçük bir kasabasında da Amerika’da büyük bir Üniversite de olabilir bu önemli değil. Bulundukları kabukların içinden çıkmalılar. Yaz tatillerinde gidip pizzacılık yapsınlar dağıtıcılık yapsınlar, garsonluk yapsınlar. Work and Travel programları var gitsinler dillerini ufuklarını vizyonlarını ve Dünya görüşlerini geliştirsinler. Mümkün olduğunca iyi kötü demeden Dünya’yı gezsinler. Bunlar inanın ki kendilerine yapacakları en büyük yatırım. Sadece yerel ve lokal kalmasınlar. Girişimcilik anlamında da mutlaka yabancı dillerini geliştirmeleri gerekiyor. Ülkemizde maalesef araştırmaya yönelik Türkçe kaynak sıkıntımız var. İngilizce Dünya’nın olmazsa olmazı. Yabancı kaynaklardan  araştırma yapabilecek seviyede bir dil sahibi olmaları gerekir.Araştıran etüd eden bir yaklaşımla planlarına yönelmeleri gerekir.

Sivil Toplum Kuruluşlarının Türkiye’deki yerini nasıl buluyorsunuz?

Kişi başına düşen sivil toplum örgütü sayısına baktığımız zaman maalesef Türkiye üst sıralarda yer almıyor. Dünya’da en fazla kişi başına düşen sivil toplum örgütü sayısına sahip olan ülkeler demokrasinin de en fazla geliştiği ülkeler. Bunlar doğru orantılı gidiyor. Demokrasi sadece seçimden seçime sandığa gidip oy kullandığınız bir sistem değil. İran’da da oy kullanılıyor İran’da demokrasiden bahsedebilir miyiz? Her insanın kendi fikir ve düşüncesini, seçimden seçime olan o süre içerisinde de ne kadar dile getirebiliyorsa sistem o kadar iyi işliyor demektir. Sivil toplum örgütleride bence buna yarıyor bence. Bir mesleğin menfaati gereği insanlar bir araya gelebilir, bizim gibi iş adamları derneği ortak bir kaç menfaat çatısı altında birleşebilirler ve ya kanarya yı çok seviyordur insanlar kanaryayı sevenler derneği kurabilirler kanaryaların doğa hayatı ile ilgili çekincelerini  bölgesinin vekillerine iletmek suretiyle böyle bir oluşum kurmaya gidebilirler. Yani insan insanların kendi menfaatleri veya birliktelikleriyle ilgili söz söyleyebilecekleri siyasilere ulaşabilecekleri etkinliğinin daha fazla olabileceği bu örgütlenmeler demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bunlar ne kadar artarsa, biz sandıktan sandığa olan süre içerisinde kendimizi insanlara ne kadar iyi ifade etme ortamları bulabilirsek demokrasi o ölçüde gelişiyor bu ülkede. Suanda Sivil Toplum Örgütlerinin sayısın Türkiye’de yeterli görmüyorum. Avrupa’da Amerika’da sivil toplum örgütlerinin sayısından ziyade niteliğide farklı. Hep nicelikten gittim ama nitelik anlamında kimi Avrupa ülkelerinde sivil toplum örgütleri çok güçlü.Umarım Türkiye’de de sivil toplum örgütlerinin etkinliği artar. Ne kadar artarsa ülkemiz için o kadar iyi olur. 

Bir iş adamı, bir başkan ve bir babasınız. Bundan yıllar sonra bunlardan hangisi olarak anılmak istersiniz?

İyi bir baba olarak anılmak isterim. İnsanı hayata bağlayan bir olay. Yaşanınca hissedilen bir durum. Hepimiz bu Dünya’dan göçüp gideceğiz. Göçtüğüm zaman kızımın arkamdan ‘Babam iyi bir babaydı beni bu şekilde yetiştirdi sağolsun vatana millete topluma düzgün bir insan olduk.’ demesi benim için en büyük mutluluk olur. Benim verebileceğim herşey geçici ama insana yapılan yatırım kalıcı oluyor. İnsanın kendi çocuğuna yaptığı yatırım en kalıcısı bana göre. Onun için iyi bir baba olarak anılmayı daha çok isterim.