1 MAYIS, İŞÇİ SINIFININ ULUSLARARASI BİRLİK, DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜ

1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışma günüdür. 1870’lerin grev dalgalarıyla sarsılan ABD emekçi hareketinin, 8 saatlik işgünü hakkını elde etmek için verdiği kararlı mücadele; büyük gösterilere tanık olan Chicago; 1 Mayıs 1886’da tüm ABD’de 350 bini aşkın kişinin katıldığı büyük grev; 4 Mayıs’ta Hay Market Meydanı’nda toplanan işçiler dağılmak üzereyken, kalabalığın ortasına ve onların üstüne polislere atılan bir bomba; hemen ardından başlayan cadı avında 8 işçi önderinin tutuklanması; Albert Parsons, August Spies, Adolf Fischer ve George Engel’in asılarak idam edilmeleri, Louis Lingg’in ağzında dinamit patlatarak intihar edişi...1 Mayıs’ın doğuşunun sermaye sınıfıyla böyle kıran kırana bir mücadeleyle ortaya çıktığını biliyoruz. İşçi sınıfının verdiği zorlu mücadeleler sonucunda 8 saatlik işgünü hakkı kabul edilmiştir.

Bu yıllar, ABD tarihinin en sert sınıf çatışmalarının yaşandığı, işçi eylemlerinin devam ettiği yıllardır. Mücadelesiz geçen yıllarda, işçi sınıfı 15- 16 saat kan ter içinde çalışıyordu. Birçok kez devam eden bu mücadeleler, mülk sahipleri tarafından zor kullanılarak bastırılmıştır. Yaşanan tüm zorluklara karşın, mücadele tekrar tekrar devam etmiştir. Bu açıdan bakıldığında, Amerikan işçi sınıfı 1 Mayıs’ın doğuşuna ebelik etmiştir.

1 Mayıs kutlamaları ABD’den dünyanın her yerine yayılmıştır. O gün, dünyanın her yerinde işçi sınıfı başta olmak üzere emeği ile geçinenler istemlerini yüksek sesle meydanlarda dillendirir. Türkiye’de de bu bayram, her koşulda kutlanmış, kutlanmaya devam etmektedir. Ülkemizde 1975’e kadar “ Bahar Bayramı “ diye anılmıştır. Büyük ve zorlu mücadeleler sonucunda 1 Mayıs, 1975’ten bu yana meydanlarda yığınsal olarak kutlanmaktadır. Şimdi ise 1 Mayıs günü resmi tatildir; emekçi sınıfların canı ve kanı pahasına, durmayan mücadelelerinin sonucunda elde edilen somut bir kazanımdır.

1 Mayıs, emekçi sınıflar için son derece önemlidir. Emekçi sınıf ve katmanlar, yaşadıkları sorunları, meydanlarda toplu olarak dile getirirler. 2024 yılı emekçilerin sorunlarının katlanarak arttığı, altında ezildikleri bir zamanda kutlanacaktır. Artık emekçi sınıfların büyük çoğunluğu, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumdadır. Çalışanlar boğazına kadar tüketici kredileri ve kredi kartı borcuna gömülmüş durumda; kapitalizmin krizinden emekçiler kendilerine düşen payları fazlasıyla almaktadır. Sorumlusu olmadıkları bir krizin faturasını fazlasıyla ödüyorlar. Emekçilerin gelirleri artık giderlerini karşılayamıyor. Bu sıkıntılı yaşam onları kaldıramayacakları bir yükün altına sokuyor.

Ataması yapılmayan öğretmenler, işsiz mühendisler intihara sürükleniyor. Şimdi de üniversite bitirmiş gençler yurt dışında yollarını arıyor. Bunlar gazetelerin üçüncü sayfalarında, iki üç satırlık haber olarak yer alıyor. Şiddet almış başını gidiyor; öğretmenler, doktorlar, sağlık çalışanları sık sık saldırıya uğruyor, kadınlar öldürülüyor. Aynı şekilde sokaktaki insanda çaresizlikten burnundan soluyor, birilerine çatacak fırsat kolluyorlar. Buradan hiç kimsenin yaşam güvencesinin bile olmadığı sonucuna varılabilir

Yeterli geliri olmayan, tüketmeyen, yaşam koşulları kısıtlanan insanlar cinnet aşamasına geldi. Karısını öldüren, çocuklarını doğrayan, sevgilisini öldüresiye döven mi ararsın? Ne ararsanız var. Çocuklar, gençler, yetişkin insanlar ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içinde. 2 milyondan fazla çocuk işçinin olduğu söyleniyor. Gülmece dergileri çocuk işçiliği konusunu kapak yaparak bir gerçeğe parmak basıyor. Doğal olarak bu çocukların eğitimleri ya aksıyor, ya da bitme noktasına geliyor. Çocuk işçiliği toplumda kanayan bir yara olarak duruyor.

İnsanlar, toplumsal bilinç eksikliğinden yaşadıkları sorunun kaynağını göremiyor; değerlendirmede yürürlükteki piyasa düzenini gözden kaçırıyor. Sorunların çözümüne yanlış yaklaşımın sonucunda öğretmenler, sağlık çalışanları, kırsal kesim emekçileri, emekliler, işsizler tarifsiz sıkıntılar içinde. Piyasa ekonomisi insanları o hâle getirdi ki, şaşkınlıktan gözlerinin önünü göremiyor. Sağlığın, eğitimin, sosyal güvenliğin piyasalaştığı, doğanın talan edildiği, ormanların korunamadığı, her şeyin alınır satılır olduğu bir ortamda 1 Mayıs’a giriyoruz.

Tarım ve hayvancılık bitme noktasına getirildi. Dünyanın tarım ürünleri alanında kendi kendine yeter ülkesi, her şeyi dışardan alır duruma geldi. Köyden kente göçen emekçiler tarım girdilerinin pahalı olması nedeniyle üretim yapamadıklarından, kentlerin çevresinde varoşlar oluşturdu. Köylerde ekilmeyen, üretime dahil edilemeyen boş tarlalar görürsünüz. Üretimsizlik işsizliği de beraberinde getiriyor. Sendika araştırmacıları işsizliğin 9 milyona ulaştığını söylüyor. İşsiz insanın nasıl yaşadığının düşünülmesi bile korkunç. İşsizlik aileleri dağılmanın eşiğine getirdi; bireyleri bu bütünlük içinde tutmak kolay olmuyor. İnsanların çoğu üretimsizlikten sadakaya alıştırıldı. Üretme ve çalışma hakkından yoksun bu insanlar, hep bir şeylerin beklentisi içine girdi. Bu yaşam biçimi insanları çürütüyor, başka bir yaşamın olabileceğini düşünemiyor. İş, aş, ekmek, barınacak yer, sosyal güvence olmadan ahlâklı olunduğu nerede görülmüş? Toplumun bu kısır döngüden çıkması, üretim ekonomisine yönelmesi, kendi kendine yeter hâle gelmesi gerekiyor.

Üniversiteyi bitirenlerin çoğu da işsiz; 1 milyon işsiz üniversite bitirenin olduğu söyleniyor, yazılıp çiziliyor. Kriz nedeniyle, işi olanlar da her an işini kaybetme korkusunu yaşıyor. Yine atanamayan öğretmen sayısı 600 bini geçti. Bu insanların sıkıntılarının, neler yaşadıklarının hangi boyutlara ulaştığı, psikolojik dertlerini tahmin edebilirsiniz. Bu gençler ailelerin desteğiyle ayakta kalıyor. Ailelerinden harçlık istemelerinin gençleri nasıl utandırdığını yaşayan bilir.

Gıda maddeleri ateş pahası, el yakar hâle geldi. En temel gıda maddeleri olan soğan, domates, biber, patates... başka aklınıza ne gelirse, alınacak gibi değil.  Ev kiraları zaten uçmuş, asgarî ücreti geçti. Gençler nasıl ev kuracak? Bu soruların yanıtı yok. Artık insanlar mutfak giderlerinin nasıl karşılanacağının hesabını yaparken, kara kara düşünüyor. Hiçbir matematiksel işlem, bu karmaşık hesabın içinden çıkamıyor, ailelerin bütçesi sürekli açık veriyor. Evet marketlerde raflar dolu, mal çok ama cüzdanlar boş. Kapitalizmin fazla üretim krizini, iliklerimize kadar hissediyoruz. Yeterli ve güçlü bir örgütlenmenin olmaması da emekçilerin sorunlarını çözümsüz bırakıyor. Emekçilerin örgütlenmekten başka bir çıkış yolu yok; ancak örgütlenebilenler sorunlara çözüm yolunda ilerleyebilir.

Dünyanın her yerinde, Irak, Suriye, Afrika anakarası, Lâtin Amerika, Ukrayna ve Rusya’da, Filistin’de savaşlar ölüm kusmaya devam ediyor. Emperyalizmin yaşadığımız tek kutuplu, sosyalizmin olmadığı dünyada saldırı ve paylaşım savaşları sürüyor. Görüyoruz ki, savaşlarda, ekonomik krizlerde yok olanlar ve ölenler hep yoksul çocukları. Savaşların önüne geçmek için tüm dünya emekçilerinin birlik, dayanışma ve ortak mücadele içinde olmaları gerekir. Emekçilerin tüm dünyada bilgi ve dayanışması sağlandığında, savaş makineleri çalışmaz hâle gelecektir.

Bu yıl da  1 Mayıs’ta savaşsız, sömürüsüz, barış içinde, yaşanası bir dünya haykırışları duyulacaktır meydanlardan. Meydanlar emekçilerin sesleriyle özgürleşecek. Yaşasın işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü, yaşasın 1 Mayıs!..