ŞAŞIRDIM!

Yazının başlığını MFÖ’nün ilk müzik girişimi de diyebileceğimiz Kaygısızlar grubunun harika bir Anadolu Rock şarkısından aldım. Gerçekten, ben de Denizli’ye taşınır taşınmaz çok şaşırdım. Şehir beni üretkenliği, zenginliği, çalışkanlığı, kendine güveni ve güzelliği ile çarptı. Bu güzel niteliklerinden bolca bahsederiz ileride; güzel şeyleri övmeyi çok severim ki, hem şahsen güzellikten bahsetmekten keyif alırım, hem de bu güzelliklerde payı olanların cesaretlendirilmesi ne faydalı bir tutumdur.

Fakat, güzellikleri güzellemeden önce, bir yazar mutlak olumsuzluklara el atmalı ki, hasadı yok bir harmanı kutlayanların hatasına düşmesin. Çünkü, temiz bir şişe suya karışan bir damla çamurun tüm berraklığı mahvetmesi gibi, göz alıcı güzellikler de önemsiz addedilen olumsuzluklar tarafından sakatlanabilir. O halde, bu kadar güzel bir şehir olan Denizli’de beni üzerek şaşırtan olumsuzlukları sizlerle derhal paylaşıyorum. Bunlar öncelikli olarak üç tanedir; tıpkı Ersen ve Dadaşlar’ın nefis yorumladıkları Karacaoğlan şiirinde bahsettiği gibi, “üç derdimiz var birbirinden seçilmez”.

Yerlere Çöp Atma Hastalığı

İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde uzun süreler yaşamış hem de bir dizi Anadolu şehrinde enikonu vakitler geçirmiş biri olarak, bana inanın Denizli kadar insanların yere çöp atmanın çok kötü bir alışkanlık olduğunu fark edemedikleri bir şehir görmedim. Bu konu ile ilgili olarak, sokakta vatandaşlara ve esnaflara dönük serzenişlerime çoklukla aldığım cevap beni daha da şaşkınlığa düşürdü. “Çöpçülerin işi ne, toplasınlar!” Bunu bir savunma mekanizması gereği mi söylüyorlar yoksa gerçekten de böyle mi düşünüyorlar? Bilemiyorum. Fakat bu şunun gibi oluyor, “Araba ile birine çarpayım da yaralansın, doktorların işi ne?” Yani gerçekten izahtan vareste bir saçmalık.

Yere çöp atmanın yaşadığımız çevreyi çirkinleştireceği felsefede apaçıklık (a priori) ilkesi ile anlaşılabilecek çok basit bir gerçek olduğu gibi, aileler ve ilk seviye okul eğitiminde de bunun son derece yanlış bir davranış olduğu öğretilir. Buna rağmen bu güzel şehre bu kötülük acımasızca yapılıyor. Zaman zaman Nişantaşı ya da belki Beverly Hills’te dahi göremeyeceğiniz arabalarla dolaşan vatandaşların yere Kolera Sokak’ta ya da Harlem’de bulunması zor bir umursamazlıkla çöpleri fırlattıklarını; ya da ailesi ile yerlere saçılmış çöplerle dolu bir piknik alanına gelen bir ailenin, o çirkinlikten hiç rahatsız olmadan piknik yaptığını ve kendi çöplerini de etrafa saçarak orayı terk ettiğini görüyorum. Sizler de görüyorsunuzdur. Valilik ve belediyelerin vatandaşlara bunun kötü bir davranış olduğunu öğretmesinin gerekliliğini belirterek bu konuyu kesiyorum. Ne de olsa elimizde iki boğuntulu başlık daha var.

Çocuk Parklarında Alkol Tüketimi

Sergüzeşt bir karakter olmam hasebi ile, kendimin de yaşantım boyunca oldukça ciddi miktarda alkol tüketmiş bir insan olduğunu itiraf etmeliyim. Artık daha yaşlı bir birey olmakla, arada gene de iki kadeh parlatsam da, alkol tüketimini çokça azalttım, dağcılık sporuna gönül verdim. Neyse, fakat en sıkı hacimleri tükettiğim günlerde dahi, çocuk parklarında içki içmenin çok ayıp ve utanç verici bir hareket tarzı olduğunu bilirdim, bilirdik. Çocuk parkı demek bir anne ile çocuğunun ya da çocukların kendi başlarına gelip vakit geçirdikleri yer demek. İnsan gidip ıssız bir ormanda ya da bir plajda, konser alanında veyahut çok büyük bir parkta insanlara rahatsızlık vermeden yani aşırılıklarda bulunmadan (doğru zamanlarda) tabi ki alkol tüketebilir yasaların izin verdiği ölçekte. Fakat şehrin göbeğinde hem geleneksel Çınar civarındaki hem de sosyetik Çamlık tarafındaki mahalle arası parklarda ve de gündüz gözü ile bile oturup içki içmek çok özel bir medeniyetsiz cesaret ve utandırıcı bir davranış.

Bu olacak iş değil; fakat bir şey daha var bu konu ile ilgili.

O parkın kullanıcısı aileler ya da o parkın etrafını çevreleyen binalarda oturan insanlar durumu emniyet güçlerine bildirmek konusunda pek isteksizler. Yani, mahallelerinin bir değeri ya da süsü olan çocuk parkı çok nahoş bir davranışa sahne olurken, buna polis kanalı ile dur demeye bile üşenmek, bayağı bir kaygısızlık. Tekrar etmem gerekirse, alkol tüketilmesine köktenci bir karşı olma durumum yok ama her şeyde olduğu gibi bu tüketimin usul ve akla uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hadi gelelim artık son konuya, çünkü ben bile boğuldum dostlar. 

Gençler Arasında Küfür Etme Yaygınlığı

Birçok şair küfürlerle dolu olmasına rağmen içinde incelikler barındıran nazım eserler yazmışlar ve hatta biri “olmasaydı küfür delirirdik” gibisinden bir düşünceyi bile gündeme getirmiştir. Haksız da değildir tamamen. Gündelik yaşamda üzerimizde oluşan baskıları, düdüklü tencerenin buhar boşaltan zamazingosu gibi, küfür ile sanırım, hoş olmasa da biraz olsun hafifletiyoruz ve kendimizi daha zararlı tepkiler vermekten uzak tutuyoruz. Fakat burada bir kıstas var, küfür rahatsız edici bir davranış olduğu ve çevredeki insanlara saygısızlık anlamına da geldiği için, bu rahatlama mekanizması mümkün mertebe kişisel bir dairede kullanılmalıdır. Denizli’de ise, özellikle (kız-erkek fark etmeksizin) gençlerin ağızlarından galiz küfürler (handiyse arabalarında etrafı rahatsız ediyor muyum, hastası ya da uyuyanı var mıdır acaba diye bir an için bile düşünmeden delice ses seviyelerinde müzik dinleyerek dolaşanların saçtıkları gürültü kadar yüksek bir sesle) ortalığa makineli tüfek tarrakası seriliğinde saçılıyor. Bir kafede miyim, etrafımda hanımlar ya da çocuklar var mı gibisinden hassasiyetler yok. Uyarınca, özür dileyip bu davranışa son veriyorlar onu teslim edeyim ama ilk baştan daha bu kabalığa gerek var mı? Gençleri bu konuda uyarmak ailelerin ve okulların görevi olmakla, ben onlara küfür yerine ince bir mizah ve alay kullanmanın da son derece rahatlatıcı olacağı fikrini de bir sunmuş olayım.

BÖYLE BASİT OLUMSUZLUKLARA YENİK DÜŞMEYELİM

Böylece bu üç olumsuzluğu sizlere aktardım. Dikkat ederseniz sayın okurlar, her üç olumsuzluk da asla kuramsal fizik ya da dil felsefesi gibi zorlu alanların sorunları gibi karmaşık ve anlaşılmaz sorunlar değil. Beni şaşırtan da bu; Denizli gibi birçok çok daha zor görevi başarıyla halletmiş bir şehrin insanlarının nasıl olup bu kadar basit olumsuzluklara yenik düşmüş oldukları ya da bu konularda nasıl bu kadar umursamaz olabildikleri… Yazımıza başlarken Kaygısızlar grubundan bahsettik; fakat benim hemşerilerime tavsiyem bu üç konu ve basit görünen olabilecek diğer konularda asla kaygısız ve umursamaz tavırlar takınmamaları yönünde olacaktır. Çünkü, bizler bu ülkede kendimizi bildik bileli, umursanmayıp, küçük görülüp, önemsenmeyip daha sonra karşımıza yedi başlı bir ejder olarak çıkan sayıya gelmez sorunlarla uğraşmıyor muyuz? Yenilerine gerek var mı?

Ama ben sonuç olarak, Denizliler gibi zeki ve uyanık insanların bu sorunları derhal ele alacaklarına inanıyorum ve kısa sürede bu sorunların üstesinden gelindiğini görmek beni nihayet ŞAŞIRTMAYACAKTIR.

En başta dediğim gibi, daha güzel ve devingen, heyecan verici konuları irdelemek dileklerimle.

Esen kalın.