“EN BÜYÜK RİSK KÜRESEL ISINMA”
Denizli Ziraat Odası (DZO) Başkanı Hamdi Gemici, tarımsal üretim için en büyük riskin küresel ısınma olduğunu söyledi.
DZO Başkanı Gemici, özellikle sanayideki hızlı gelişimin günümüzde çevre sorunlarının artmasına neden olduğunu, atmosfere verilen sera gazlarındaki artışın küresel ısınmaya dayalı iklim değişikliğini gündeme getirdiğini kaydetti. İklimde meydana gelen değişimlerin tarih boyunca uygarlıkları derinden etkilediğini ifade eden Gemici, “İklim değişikliği yalnızca coğrafyaları değil, insan yaşamını doğrudan etkilemektedir. Çok ciddi çevresel ve sosyo-ekonomik sonuçlara yol açmaktadır. Tarımsal üretim için en büyük risk küresel ısınmadır. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden olan sıcaklığın artması, yağış rejimindeki düzensizlik, sel, fırtına, su kaynaklarında azalma, kuraklık, su ve toprak kalitesinin ve ekosistemlerin bozulması ve biyolojik çeşitliliğin azalması, hastalık ve zararlılarda artış gibi faktörler, tarımsal üretimde azalmaya sebep olmaktadır.Ülkemiz iklim değişikliği etkilerinin yoğun hissedileceği Doğu Akdeniz Havzası’nda yer alıyor. Yapılan çalışmalarda, iklim değişikliğinin Türkiye genelinde çoğu üründe verimlilikte azalma olacağı, bunun da ekim alanı ve üretim desenini değiştireceği; verimlilikteki düşüşün doğrudan üretimi azaltacağı öngörülmektedir” dedi.
“ÜLKEMİZDE DE YAŞANIYOR”
Son yıllarda artan doğan afetlerin, ülkemizde iklim değişikliği yaşandığının bir göstergesi olduğuna dikkati çeken Gemici, “Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) sıcaklık verilerine göre, 1981-2010 yılları arasında ortalama sıcaklık değeri 13,5 derece iken 2018 yılında bu rakam 1,9 artışla 15,4 dereceye çıkmıştır. Bu sonuçla 2018 yılı, 1961 yılından itibaren yapılan ölçümler dikkate alındığında Türkiye için en sıcak ikinci yıl olmuştur. Son yıllarda iklim değişikliğinin etkileriyle maksimum sıcaklık değerlerinin yükselmesi, yağışların şiddetli ve belirli bölgelerde yoğunlaşarak gerçekleşmesi, ani sıcaklık değişikliklerinin yaşanması doğal afet sayısının artmasına neden olmuştur. İklim değişikliği yüzünden doğal afetler çiftçimizin bir türlü peşini bırakmıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre 1940-2009 yılları arasında zarar oluşturan meteorolojik olağanüstü olay sayısı 1963 yılında 329 olay olarak tespit edilmişken, 2009 yılından itibaren olağanüstü meteorolojik olaylar artış göstermiştir. 2009 yılında 461, 2010 yılında 555, 2011 yılında 324, 2012 yılında 538, 2013 yılında 461, 2014 yılında 500, 2015 yılında 781, 2016 yılında 654, 2017 yılında 598 olağanüstü meteorolojik olay gerçekleşmiştir. 2018 yılında zarar oluşturan meteorolojik olağanüstü olayların oransal dağılımı ise şiddetli yağış ve sel yüzde 39, fırtına yüzde 28, don afeti yüzde 16 olarak gerçekleşmiştir.2018 yılında iklim değişikliği sonucu yaşanan aşırı kar yağışı, aşırı yağış, dolu, don, kuraklık, fırtına, heyelan, hortum, sel ve su baskını, şiddetli rüzgar afetlerinden başta Mersin, Antalya, Adana olmak üzere 69 ilimizde 483 bin 869 çiftçimize ait 2 bin 27 dekarı örtü altı alanlar olmak üzere toplamda 17 milyon 967 bin 764 dekar tarımsal alan zarar görmüştür. KKTC’nin 5 katından büyük olan bu alan çiftçimizin yaşadığı afetin boyutlarını, neyle mücadele ettiğini ortaya koyuyor” diye konuştu.
“NE YAPILMALI?”
Açıklamasında yapılması gerekenleri de sıralayan Gemici, şunları söyledi: “Yağışlardaki azalmayla birlikte Akdeniz bölgesinde su havzalarında suyun azalması söz konusu olacaktır. Su yönetimi, tarım, arazi kullanımı, ormancılık, doğal kaynak yönetimi ve havza yönetimi konularında; sektörel, sektörler arası ve diğer ülkelerle işbirlikleri çerçevesinde adaptasyon çalışmalarının yapılması, stratejilerinin oluşturulması ve uygulamaya geçilmesi gerekmektedir.Küresel ısınmanın önlenmesi yönünde olumlu adımlar atmak için enerji ve sanayi üretiminde fosil yakıtların kullanılması yerine rüzgar ve güneş enerjisi, biyogaz ve biyokütle gibi daha temiz ve doğayla dost yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimin artırılması sağlanmalıdır.Modern tarım tekniklerinin uygulanması, orman arazilerinin ve biyolojik çeşitliliğin korunması oldukça önemlidir. Ar-Ge çalışmalarına ağırlık verilmeli, kuraklığa dayanıklı çeşitler geliştirilmelidir.Bilinçsiz ilaç ve gübre kullanımının önüne geçilmeli, üreticiler bu konuda eğitilmelidir.İklim politikalarının kalkınma politikalarına entegrasyonuyla, bu politikaların uygulanabilirliği ve iklim değişikliği ile mücadelede yaşanan zorlukların üstesinden gelmek kolaylaşacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde yeni enerji altyapı yatırımlarının yapılması, sanayileşmiş ülkelerde ise enerji altyapılarının modernleştirilmesi ve enerji güvenliği teşvik politikalarının oluşturulması sera gazı emisyonunun azaltılmasına katkı sağlayacaktır. İklim değişikliğine adaptasyon için toplumda farkındalığın artırılması, çiftçilerin bilgilendirilmeleri, erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi, konuya ilişkin plan ve projelerin bir bütün olarak ele alınması önemlidir. Bilinçlendirme çalışmaları, eğitimler ve teşvik yöntemleriyle insanlarda davranış değişikliğine katkıda bulunarak çevre kalitesini iyileştirmek mümkün olacaktır. İklim değişikliği ile mücadeleyi ve sera gazı emisyonu azaltım çalışmaları sadece uluslararası anlaşmaların bir gereği olarak algılanmamalı, yaşanabilir bir dünya için herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır.”
MESUT GÜLER