BİR GÜN TEK BAŞINA – VEDAT TÜRKALİ
Vedat Türkali ile tanışmam üniversite yıllarına dayanır. O zamanki sevgilim, şimdiki eşim Seçil sayesinde tanıştım büyük usta ile. Öğrenci olarak zor geçindiğimiz dönemlerde kitaplara çok para harcamamaya çalışıyor, doğal olarak eşten dosttan, kütüphaneden temin ediyorduk kitapları. Müstakbel kayın pederim Özcan Emir’inin kütüphanesinden getirmişti sağolsun Seçilciğim. Okuduğum kitap Cem Yayınlarının bir baskısıydı. 1984 ya da 1985 yılı baskısı olabilir. Cem Yayınlarının kapağının yeni baskıların kapaklarından daha başarılı olduğunu düşünüyorum.

Diğer bir anekdot ise lise yıllarında Edip Akbayram’ın sesinden severek dinlediğim Bekle Bizi İstanbul şarkısının güftesini Bir Gün Tek Başına romanının sonlarına doğru kitabın sayfaları arasında apansız görmemdir. Beklemediğim bir yerde, beklemediğim bir anda bu muhteşem şarkının sözlerinin Vedat Türkali’ye ait olduğunu gördüğüm anı ve bana hissettiklerini bugün bile hatırlıyorum.
İstanbul Vedat Türkali için bir sevda, bir özlem, bir dost, bir rüyadır. Ondan ayrı kaldığı dönemlerde İstanbul’u hep iyi şekilde hatırlamış ve ona kavuşmak için sabırsızlanmıştır. İstanbul şiiri bu muhteşem şehre methiyeler düzerken aynı zamanda Tevfik Fikret’in İstanbul üzerinden dönemi eleştirdiği Sis şiirine de bir cevaptır. Sis şiirini bilmeden İstanbul şiirini anlamak zordur.
1919 yılında doğan Vedat Türkali, senarist, yönetmen, romancı, oyun yazarı, aydın, öğretmen ve siyasetçi kimliklerine sahiptir. Yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu ve yazar Barış Pirhasan ile oyuncu ve şarkıcı Deniz Türkali’nin babası; şarkıcı Zeynep Casalini’nin dedesidir. Vedat Türkali her dönem sol mücadelenin içinde yer almış, birçok defa soruşturma geçirerek hapiste yatmış, son yıllarında da Kürt hakları üzerine çalışmalar yapmıştır.
Vedat Türkali’nin 1974’te yayımlanan Bir Gün Tek Başına romanı, hem bireysel hem toplumsal düzeyde bir çözülüşün hikâyesidir. Eser, 1950’lerin sonunda Türkiye’nin politik atmosferinde, ideallerle gerçekler arasına sıkışmış bireylerin yaşamını derin bir psikolojik ve toplumsal gözlemle işler. Toplumsal gerçekçi bir romandır. Vedat Türkali, sınıfsal kökeninin ve yaşamı boyunca içinde bulunduğu ortamların izleri kadar savunduğu dünya görüşünü de yapıtlarında ayrıntılarıyla bulabileceğimiz bir yazardır. 27 Mayıs İhtilali öncesinde Demokrat Parti iktidarına karşı örgütlenme çabaları içindeki öğrenci hareketinin ve örgütlenme olanağından yoksun solcuların parçalı ve çelişkili durumunu Günsel ve Kenan adlı iki karakterin aşk ilişkisi üzerinden anlatmaktadır.
Romanın merkezinde, ellili yaşlarında bir öğretmen olan Kenan yer alır. Kenan, bir zamanlar solcu mücadeleye katılmış, ancak zamanla yorgun düşmüş, ideallerinden uzaklaşmış bir aydındır. Günsel adında genç bir kadınla yaşadığı tutkulu ilişki, onun iç dünyasında bastırılmış duyguları, pişmanlıkları ve geçmişle hesaplaşmalarını yeniden gündeme getirir.
Roman, bir aşk hikâyesi gibi başlar ama kısa sürede politik bir panoramaya dönüşür: Demokrat Parti iktidarının baskıcı yönetimi, sol düşüncenin yeraltına itilmesi, korku ve suskunluk dönemi… Türkali, bu tarihsel zemini, karakterlerinin iç dünyalarındaki sıkışmayla paralel kurar.
Bir Gün Tek Başına, 1959’da başlayıp 27 Mayıs 1960 günü son bulur. Roman, darbenin sonuçlarına odaklanmadığı gibi darbenin kendisini de konu edinmez. Romanın toplumsal evreni; dönemin en etkili muhalif grubu olan üniversite öğrencileri, siyasal ve toplumsal gelişmeleri dışarıdan izlemekle yetinen eski solcular ve onlarla fikir alışverişinde bulunan küçük bir işçi grubunun yanı sıra toplumun pragmatik kesimlerini temsil eden küçük burjuva karakterlerden oluşmaktadır.
Aslında Bir Gün Tek Başına, Atıf Yılmaz tarafından filme çekilmekten vazgeçilen bir senaryonun romana dönüştürülmüş hâlidir. Türkali’nin bu romanında öğrenci ayaklanmasını sinematografik bir dille anlatabilmesinde, muhakkak iyi bir araştırmacı olması kadar sinemacılıktan ileri gelen meziyetlerinin de payı vardır.
Romanda, muhalif öğrencilerin Anayasa savunusu ve “hürriyet” talebi konusunda net tavır sergilemekle birlikte, diğer konularda kafa karışıklığı yaşamakta olduğu anlaşılmaktadır. Nato, Asker/Polis ikilemi, ne kadar özgürlük isteniyor, ne kadar soldalar…
Yazar, TKP geleneğinin ve kendisinin 27 Mayıs sürecine yaklaşımını, roman kurgusuna dahil ettiği komünist karakterler üzerinden ortaya koymuştur. Genel olarak Türk solunun sonuçları itibarıyla “ilerici” kabul ettiği 27 Mayıs Darbesi’ne yönelik kafa karışıklıklarını ve tereddütlerini de daha açık bir biçimde gösterebilmiştir.
Eserde yalnızlık ve yabancılaşma, aşk ve tutku, idealler ve ihanet temaları karşılıklı işlenir. Vedat Türkali’nin dili ağır ama son derece güçlüdür. İç monologlar, bilinç akışı, diyaloglarla iç içe geçer. Romanın yapısı klasik bir çizgi izlese de psikolojik çözümlemeler bakımından modernist bir derinlik taşır. Eserde hızla ve zevkle okuduğum ve hemen arkasından okurken sıkıldığım bölümlerin birbirini izlemesi beni şaşırtmıştır. Türkali’nin üslubu, dönem romanı olmanın ötesinde bir insanlık halini yakalar: Toplumsal baskı altında ezilen, ideallerini yitiren, duygusal olarak tükenen modern insan.
Bir Gün Tek Başına, sadece bir roman değil, Türkiye’deki aydın tipinin vicdani sorgulamasıdır. Türkali, bireysel mutluluk ile toplumsal sorumluluk arasındaki çatışmayı, 12 Mart öncesi Türkiye’nin karanlık atmosferinde görünür kılar. Bu yönüyle roman, hem psikolojik derinliğiyle Dostoyevski’nin romanlarını, hem de toplumsal duyarlılığıyla Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’i hatırlatır.
Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sı, Türk edebiyatında politik roman türünün en olgun örneklerinden biridir. Aşkın, ideolojinin, bireysel korkuların ve toplumsal baskıların iç içe geçtiği bu roman; bir dönemin ruhunu olduğu kadar, insanın kendiyle hesaplaşma sancısını da taşır. Okur, son sayfayı kapattığında yalnızca Kenan’ı değil, kendini de sorgular.
Fethi Naci’nin Yüzyılın 100 Türk Romanı içinde saydığı esere puanım 10 üzerinden 8.
AKILDA KALANLAR
“Bir gün, herkes kendi sessizliğinin bedelini ödeyecek.”
“Ülke sallanıyor, iktidardakiler sallanıyor. Herkes bir şey bekliyor. Ben Günsel’i bekliyorum.”
“Taşları sürekli dönen bir değirmendir kafa dediğin, arasına bir şey koymazsan, kendi kendini öğütür, bitirir.”
“Bekle Bizi İstanbul”
Diğer Yazılar




