BİR KAMBURUN VAROLUŞU

 

Yazarımız Şule Gürbüz 1974 doğumlu.  O aslında bir tamirci, saat tamircisi. Saraylardaki antika saatleri tamir ediyor.  Goodreads’e göre “dünyada mekanik saatler konusunda uzman olan tek kadın.” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin sanat tarihi bölümünden mezun olduktan sonra Cambridge Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldı. 

1997 yılında Dolmabahçe Sarayı'nda sanat tarihçisi olarak işe başladığında saat bölümünü tercih etti. Burada klasik bir uzman olmak yerine saat tamir ustası Recep Gürgen'in çırağı olarak mekanik saat tamiri işini öğrendi. Recep Gürgen ile birlikte 2003’te Dolmabahçe Sarayı'nda Türkiye’nin ilk ve tek saat müzesini kurdu.

Henüz on sekiz yaşındayken ilk romanı Kambur'u yazdı. Devamında 1993 yılında iki eserini yayınladıktan sonra Türk edebiyat ortamından uzaklaştı. Sahnelere 2011 yılında yayınlanan Zamanın Farkında adlı kitabı ile döndü. 

Şule Gürbüz, hâlen Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı bünyesindeki Saat Restorasyon Atölyesi'nde mekanik saat tamir ustası olarak çalışmaktadır. Kendisi de saat koleksiyonu yapan Şule Gürbüz viyolonsel ve kilise orgu çalmaktadır. 

İlk defa bir yazar içim bu kadar uzun bir tanıtım bölümü yazdığımı fark ettim; çünkü sizlerin de gördüğü gibi kendisi standart üstü bir üretici. 

Yazarın ilk eseri Kambur yaklaşık 90 sayfa civarında ama o kadar kalabalık ki.. Cümleler, önermeler üzerinde uzun uzun düşünüyor insan, cümleyi sevse de sevmese de. Engelli bir bireyin hezeyanları olarak düşünebiliriz metni. Bir kamburun monologlarından ve düzensiz tutulmuş günlüklerinden oluşur. Kahramanımız fiziksel engeli ile geldiği dünyadan, çevresinden, zamandan ve mekandan soyutlanmış bir kişiliktir. Eser bilinç akışı yöntemi ile kahramanımızın zihninin derinliklerine tek gidiş bir seyahat sunar, bizi varoluş mücadelesini ön sıradan izlemeye davet eder.

Eseri okurken zaman zaman Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri, Tolstoy’un İvan İlyiç'in Ölümü ve Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı aklıma geldi. Şule Kambur genç yaşında ustaların çizgisine yaklaşıyor dönem dönem. 

Kambur alışılmadık kadar dürüst bir şekilde iç dünyasını paylaşıyor okuyucu ile. Tepki alacağını bile bile en kötü düşüncelerini açıyor bize. Hakan Günday’ın anti kahramanları Kinyas ve Kayra’ya benzetiyorum bu hallerini. “Bana sorulsa bir gün "Kamburunun düzelmesini mi istersin, yoksa tüm insanların kambur olmasını mı?" diye, herkesi kambur görmek olurdu dileğim.” Aslında hayatın kendisinedir öfkesi. 

Her kalıbı, her gerçekliği sorguluyor, okuyucuya da sorgulatıyor: “Zaten bir portakalın doğusu batısı olduğuna inananlardan değilim - dolayısıyla dünyanın da” veya “İnsanlar bu aynaların düz mü eğri mi olduğuyla ilgilidirler; benimse aynaları kırmak en büyük zevkim.” Ama her daim kötümser ve doğal olarak gerçekçi: “Arkadaşlık diye bir şey yaşamadım şimdiye dek - her aklı başında her insan gibi. Çünkü birilerini kandıracak, her gün yeni bir şeyler ve "kendim" diye anlatabileceğim bambaşka bir kişilik arayacak kadar ne zamanım oldu ne de gücüm.” veya “1947' ye gelmişiz. Sevinilecek tek yanı, bu yıl da ölecek bir sürü insanın olması.”

Kahramanımız esprili ve hiciv sever: 'Akıl hiçbir yere varmayınca, duvara yazı olur." veya “Her şey beklenir sizden, her şey. Elinize düşmeyeyim, kamburumun üstünde rakı içersiniz, beyaz peyniri kafama koyarsınız, kavunun yerini söylemeye dilim varmıyor;”

Hayat ile tek bağı müzik ve kontrbastır ve bir an gelir ki ondan da vazgeçer kambur, kendini yaratmak ve var olabilmek için. “Güneşi suçluyorum - söndürmek gerek bu boş yangını.”

  Etkileyici kapak tasarımını Suat Aysu’nun yaptığı bu küçük dev eseri çok beğendim ve puanım 8. 

Akılda Kalanlar

“Bu kır yolu ne kötü olurdu geceleri; o gölgeler yok mu - ne kadar üstüne yürüse o kadar kambur”

"Akıl ideale varamayınca hicve varıyor,"

"GÖKYÜZÜ PARAMPARÇADIR, BÜTÜN DEGIL"

“Bir cümle söyleyebilmek için -o da çoğu kez yalan- koca kitaplar yazılıyordu. En azından kapaklarına "Bu kitap bilmem kaçıncı sayfadaki o sarsakça cümleyi söyleyebilmek için yazılmıştır" diye bir not düşülebilirdi.”

“Niye unutayım ki? Unutamamak değil, unutmaktır acı olan.”

“Birisinin ölümüne üzülmek bile, o kimse için bambaşka bir ölüm düşlediğiniz içindir.”

“Nasıl olsa gerçeğe ihanet etmeden bir şeyi anlatmanın olanağı yoktur.”

“Daha söylerken, içinizdeki ses ile dış sesinizin ne denli farklı olduğunu hisseder, ve BEN SÖYLEYEMEDIKLERIMIM, dersiniz.”

“Her şeye ve herkese kayıtsızım. Değilmişim gibi davrandığım durumlar, yaşıyormuşum gibi yapma zorunluluğumdandır.”

“Bana renk bile sormayın - bir beyazdan ya da sandan ne anladığınızı bilmeden size yanıt veremem.”

“Sanırım yaşayabilmenin bir yolu da bir şeyin tiryakisi olmak”

“Yükselmek için yekindikçe bulunduğu çukuru derinleştiriyordu.”

“Dört bir yandan yükselen binaların karanlığında, gökyüzünü de göremez oldular.”

“Şair olmasaydı şiir düşmanı olurdu.”

“Bugün doğdum. Yarın ölmezsem, yaşamım boyunca yapacaklarımdan sorumlu değilim.”

“Doğmak istemiyordum - bazen yok olmayı dilesem de...”

“İradem, tutsak olduğumu anlama özgürlüğümdür.”

“Bir günü daha bitirmenin sevincini, yarına başlıyor olmam yarıda bırakıyor.”

“Dua etmeyeniniz var mı? Beddua da mı etmediniz yani?”

“Neşeler de çerezdir, yaşamım bu acı içkisini rahat içebilmek için.”

“Artık kendim diken oldum - ayakkabısız gezebilirim.”

“Yaşama hoyratça davranmaya alışkınım; çünkü bozuk para gibidir. Edepsizce değil ama yine de harcamak gerekir; yoksa, tedavülden kalkabilir.”

“Zaten benim olmayan her şeyi alsalardı elimden, ne kalırdı geriye?”

“Ölüm ile karşı karşıya gelen insan, başka hiçbir çaresi yoksa, teslim olur.”

“Bir büyük odayı arşınlıyor; ara sıra elimi muma uzatıp yakıyor, ve haykırışımı hep sonraya saklıyorum.”

“Tüketmek gerek anlamları - ama üretmek ve tüketmek... Yok etmek - ama var edip sonra yok etmek...”

Diğer Yazılar