HAYVAN VE BÖCEK HAKLARI ÜSTÜNE MANİFESTO

Olga Tokarczuk 1962 Polonya doğumlu bir yazar ve şair. Edebiyat kariyerinden önce psikolog olarak çalışmalarda bulunmuş. Yazar 2018 Men Booker Uluslararası Ödülüne ve 2018 Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür. Türkçeye çevrilen ilk eseri Gündüzün Evi Gecenin Evi isimli romanıdır. Polonya Yeşiller Partisi üyesi de olan yazar sıkı bir kadın hakları, hayvan hakları ve çevre sorunları savunucusudur. Eserlerinde bu yönünü sıkça görmekteyiz. Zaten incelememize konu olan bu eser de yazarın dünya görüşünün bir manifestosudur aynı zamanda.
Denizli kitap Kulübü'nün Şubat ayı seçimi olan Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde adlı eseri 2009 yılında yayınlanmıştır. Kitabın adı gizemlerle dolu şair ve ressam William Blake'in bir dizesinden geliyor.
Çevirmen Neşe Taluy Yüce Ankara üniversitesi leh Dili ve Edebiyatı anabilim dalında profesör olup Leh dilinden birçok eseri Türkçemize kazandırmıştır. Kitap tasarımı başarılı grafiker Barış Şehri’ne aittir.
Başkahramanımız Janina Polonya'nın Çekya sınırında dağlık ve kırsal bir kesimde hayatını tek başına sürdüren emekli bir mühendistir. Astroloji ile uğraşan Janina çevresindeki doğayı ve hayvanları koruyup kollayan, evden çıkamadığı dönemlerde Blake şiirleri çeviren bir hayvan ve doğa fanatiğidir. Hikâye Koca Ayak lakabını verdiği komşusunun garip ölümüyle başlar. Bu noktadan sonra bir kaç ölüm vakası daha kahramanımız çevresinde yaşanır ve eser gizem dolu bir polisiye halinde ilerler.
Eseri incelediğimizde romanda yazarı Nobel ödülüne götüren hayvan hakları, doğa sevgisi ve kadın hakları gibi günümüz moda kalıplarının sıklıkla tekrarlandığı görülür. Hayvan sevgisi eserde böcek sevgisine doğru limitleri zorlayacak şekilde okuyucuya tasvir edilir.
Her ne kadar cinayetler ve çatlak bir seri katil ile polisiye roman diye tanımlansa da, eseri okurken insan cinayetleri ve katili düşünme gereksinimi duymadan, yazarın anlattığı olaylara dalıp gidiyor.
Eser'in okunabilir olmasını ve akışkan olmasını yine yazarın astroloji ile ilgili uzun betimlemeleri ve kahramanın anlattığı garip ve uzun vaazlar engellemektedir. Zaman zaman çevirinin aksaması ve yine yazarın tercihi olan lakaplar ve büyük yazılan kelimeler gibi enteresanlıklar okumayı durağanlaştırmaktadır.
Yazar başkahramanımızı okuyucuya iyi bir şekilde tanıtırken diğer karakterler ne yazık ki sönük ve siliktir. Bu konuda diğer bir eleştiri de kahramanların olaylar ve durumlar karşısında duygu ve düşüncelerini okuyucu hemen hemen hiç duyamaz.
Yazar Polonya'nın komünist dönemine zarif atıflarda bulunurken komşusu Çekya'dan da güzel bahseder ki kahramanımız sonunda Çekya'ya kaçmakta bulur çareyi.
Yazarın William Blake'dan alıntılar yaparak eseri daha okunur ve ilgi çekici hale getirmesini biraz kolaycılık bulmaktayım.
Kahraman'ın Garip ismini verdiği komşusunun eserdeki ilk cinayete kurban giden Koca Ayak'ın cesedini bulduğunda cesede dokunur ve hatta onu giydirerek cenaze töreni hazırlar. Aynı kişi diğer cinayetleri duyduğunda Janina’yı suç mahallini koruması hakkında uyarır ki bu çelişki romanda sırıtmaktadır.
Yazarın kişileri kendi algısına göre tanımlamak için kullandığı lakapları ise romana farklı bir tat katmıştır.
Yazar konuyu astroloji vasıtasıyla evren gibi muazzam bir şey ile bağlantılı hale getirmeye çalışıyor ki bu da eserde tam oturmuyor.
60'lı ve 70'li yılların Riders on the Storm ve The House of the Rising Sun gibi kült şarkılarından bahsedilmesi güzel bir nostalji yaratıyor.
Eserde yer alan entromolojist, tafonomist, ekstravagan ve Sarmatlar gibi sözcükler sayesinde kelime dağarcığımızın genişlediğini düşünüyorum.
Romandan uyarlanan orjinal ismi Pokot olan ve Türkçeye İz olarak çevrilen film, 2017 yılında Berlin'de Gümüş Ayı ödülüne layık görülmüştür.
Romana puanım 7, filme puanım 7,5. Ödüllü yönetmen Agnieszka Holland konuyu görsel bir şölen olacak şekilde aktardığı su götürmez. Filmin İMDB puanı 6,3.
AKILDA KALANLAR
Alttaki tiradı özellikle okumanızı rica ediyorum.
Bazı insanlarla konuşmak zor iştir, özellikle de erkeklerle. Bununla ilgili bir Teorim var: Yaşla birlikte birçok erkek testosteron otizmi yüzünden çaptan düşer, sosyal zekâ ve insanlar arası iletişim kapasitesindeki düşüşle birlikte, düşünceleri formüle etmede azalma görülür. Bu rahatsızlık tarafından kuşatılan kişi suskunlaşır ve düşünceler içinde kaybolmuş gibi görünür. Çeşitli alet ve makinelere ilgi duyar, İkinci Dünya Savaşı ve ünlü insanların, özellikle de politikacıların ve canilerin biyografilerine takar kafayı. Roman okuma kapasitesi neredeyse tamamen kaybolur; testosteron otizmi, karakterin psikolojik algısını bozar.
Kişiyi kendimizce gördüğümüzden, onlara uygun olarak düşündüğümüz ismi vermeliyiz. Böylece çok isimli oluruz. İlişkide bulunduğumuz insan sayısı kadar çok ismimiz olur.
Burada gökyüzü üstümüzde bulutların şiddetli savaşlar yaptığı, kara ve alçak bir ekran gibi asılı durur.
Ve bahçesinde spora gidiyormuş gibi dik ve narin duran çiçekler düzenli ve tertiplidir.
Hapishane dışarıda değildi, her birimizin içindeydi. Belki de onsuz nasıl yaşanacağını bilmiyorduk.
Kar, bir vakanüvis gibi hayvanların ve insanların ayak izlerini özenle kaydeder
Şiiri sevmezdim, dünyadaki tüm şiirler bana gereksiz yere karmaşık ve anlaşılmaz görünürdü. Bu ilhamların neden düzgünce, düz yazı halinde kaydedilmediğini anlayamıyordum.
Şafakta, gün ışığında uyuklamaya başlıyordum ve öğleden sonra uyanıyordum genelde gündüzlere ve ona ait her şeye karşı doğal bir savunma olabilir bu.
Bazen sadece hastaların gerçek sağlıklılar olduğunu düşünürüm.
“Hayvanlar, yaşadıkları ülke hakkındaki gerçekleri gösterir,” dedim.
“Nasıl bir dünya bu? Birinin gövdesi ayakkabı, köfte, sosis veya yatağın önüne serilen halı oluyor,
İnsan, bankalarla ters düşene kadar yaşamında istediğini yapmakta hürdür,
İnsan konuşamadığında yazmalı.
Birinin insanlara ne düşüneceğini söylemesi gerek. Başka seçenek yok. Aksi takdirde bunu başkası yapar.
Doğanın bakış açısına göre, hiçbir yaratık yararlı ya da yararsız değildir. Bu insanlar tarafından yapılan aptalca bir ayırımcılıktır.
İnsanlar nasıl küçük bir mekânda birlikte yıllar geçirebilmişler diye düşündüm. Aynı yatakta nasıl uyuyabiliyorlar, uykularında birbirlerine hohlayarak, istemeden birbirlerini itip kakıyorlar?
Hücrenin duvarları görebildiklerimin ufku.
Onun da Rahatsızlıklarının olması iyi bir şeydi. Sağlıklı olmak tehlikeli bir durumdur ve iyiye alamet değildir.
Her şey geçer. Akıllı İnsan bunu başından beri bilir ve pişman olmaz.
Halkla ilişkiler servisinin dikkate almadığı bir vatandaş, bir şekilde var olmamaya mahkûm edilmiştir.
Tanrı tüm dünyadaki duaları aynı anda nasıl dinliyor olabilir? Ya birbirleriyle çelişiyorlarsa? Tüm bu şerefsizlerin dualarını dinlemek zorunda mı, iblislerin ve kötülerin? Onlar dua ediyor mu?
Ne zaman özgür olduğumuzu düşünmek istersek, o zaman kendimizi yeniden keşfetmeyi tercih ederiz.
Kimsenin fark etmediği bir ölüm iki kez skandaldır.
Diğer Yazılar