LEV NİKOLAYEVİÇ TOLSTOY - İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ Bir Memurun Son Yargısı

Tolstoy 1886 yılında basılan bu eserinde ölmek üzere olan bir kişinin son anlarına odaklanıyor. İvan İlyiç’in ıstırap içindeki ruhunu gözetliyoruz bir nevi. Özet olarak son yargı betimlemesi de diyebiliriz bu metne.
“Baylar, İvan İlyiç ölmüş!” diyerek başlar Tolstoy eserine. Konu başta, daha ilk sayfada verilir.
İvan İlyiç’in bu son günlerinde ne bir şey yapma gücü ne de bir şey yapma ihtiyacı vardır. İkisi de yavaşça ölüyordur kendisi ile birlikte.
Ama bu süreçte zihninin berrak olup aklı yargıladığı, geçmişi sorguladığı, ölüm ve sonrasını irdelediği dakikaları olmuştur. Ölüm aklın dışındadır. Ölüm sürecinde kişinin toplumla, eylemle ve yaşama gücünü aldığımız tüm kaynaklarla bağı kesilmiştir. Ne yazık ki varoluşun akışını durdurmak imkânsızdır.
Akrabalar ve arkadaşları yerleşik ve olağan düzeni idame ettirmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Akrabalarında bedenleşmiş mevcut düzenin, bu yeni ve olağandışı hissi asla kâle alamayacağına dair inancı doğrulanır. İvan İlyiç’in bu duruma böylesine önem atfetmemesi gerektiğini söylerler, çünkü biri yalnızca İvan İlyiç için, öbürüyse herkes için olan iki hakikat olamaz. İvan İlyiç onlardan imkânsızı talep eder. Başına gelen bu yeni ve olağandışı şeyin dünyanın en önemli şeyi olduğunu kabul etmelerini, bu uğurda her şeyi unutup terk etmelerini ve dünyanın var olan düzenine karşı isyanda ona katılmalarını ister. Kimse kabul etmeyince, kimse desteklemeyince haklı olmak hiçbir işine yaramaz. Durum, onun dışında herkes için açık ve nettir: Ölüm bir tesadüftür, artık hesabı kesilmiştir, kendini “tesadüfi” benliğine bırakmak zorundadır.
Çok sevdiği çevresi, yakın diye tanımladığı arkadaşları ise başka bir alemdedirler: “İyi ki ölen ben değilim de o” yollu sevinç dolu bir duygu uyandırmıştı. Her biri, “Gördün mü, adam ölüp gitti! Ama ben yaşıyorum,” diye düşünüyor yada hissediyordu. “Schwarz o sırada merdivenlerden aşağı inmekteydi. Yukarıdan Pyotr İvanoviç’i görür görmez durdu, “İvan İlyiç aptalca bir iş yaptı, biz onun gibi enayilik eder miyiz?” dercesine göz kırptı ona.”
İşte tam da bu noktada içten içe kendisinin değil de onların haklı olduğuna inanmaya başlar. Hırsla etrafındakilerden nefret eder. İvan İlyiç çok sevdiği ve güvendiği dünyasından dışlanmıştır. Kendi kendine, ‘Tek gerçek ölüm mü?’ diye soruyordu. Hakikaten de tek gerçek ölüm müydü? Diğer bütün tatlı ve iç rahatlatıcı olan lüzumsuz gerçeklerin yok edilmesi veya çöpe atılması mı gerekirdi? O zaman dayanacak neyi kalırdı?
Tutunacak bir dal bulmak umuduyla geçmişi hatırlamaya çalışır fakat geçmiş yardımına gelmeyi reddeder. Yaşamı ve ölümü kapsayan korkunç bir yanlış işlemiştir geçmiş hayatı ve yaşadıkları ile. Bunu anlaması bedensel acılarını artırmıştır. Yine de en önemli şeyden henüz vazgeçmemiştir. Geçmişteki varoluşu hâlâ onu cezbetmektedir. Sürüncemelerle birlikte iyi yaşamış olduğuna inanmakta ısrar eder. Ve tam da bu varoluşunu aklayışı yüzünden eziyet çeker, takılıp kalır ve ilerleyemez.
Yaşamdan ölüme geçiş de doğal yollardan gerçekleştirilemez; akıl almaz bir şeydir bu ve bu nedenle ancak varoluşumuzun kurulu düzeninde tesadüfi ve dehşet verici bir kopma olarak gerçekleşir.
“Şimdi buradayım, birazdan oraya gideceğim... Ama nereye?”
“Ya bütün hayatım, yaşadığımın bilincinde olduğum bu hayat, gerçekten olması gerektiği gibi değilse?”
Varoluş mücadelesi ve sorgulaması şeklindeki hikaye sonrası herkesin kendine sorması gereken sorular olduğunu düşünüyorum.
Akılda Kalanlar
Yalan da onlarla birlikte gitmiş, ama geriye ağrı kalmıştı.
Zavallılığına, korkunç yalnızlığına, insanların, Tanrı’nın acımasızlığına, belki de Tanrı’nın yokluğuna ağlıyordu...
Yaşam böylesine çirkin ve anlamsızsa, bu, ölmek için bir neden mi?
İçine düştüğü yalnızlık ne denizin dibinde ne de yerin altında rastlanabilecek türdendi.
Git gide artan bir ruhsuzluk! Tepeye tırmandığını zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum.
Ölmek bir şey değil, yaşamak korkunç.
Diğer Yazılar