SANA GÜL BAHÇESİ VADETMEDİM (I Never Promised You a Rose Garden)
Amerikalı yazar Joanne Greenberg'in 1964 yılında yayımlanan otobiyografik bir romanıdır. Yazar sanat hayatının ilk yıllarında Hannah Green takma adını kullanarak yazdığı roman, genç bir kız olan Deborah Blau'nun şizofreni ile mücadelesini ve bu süreçte bir akıl hastanesinde geçirdiği tedavi sürecini anlatır.
Roman, ana karakter Deborah’ın çocukluğunda kendisine ait bir Yr" adlı fantezi dünyası yarattığı ve gerçeklikten koparak bu dünyada hapsolduğu dönemle başlar. Akıl sağlığının kötüleştiği dönemlerde bu fantezi dünyası onun bir kaçış noktasıdır.
Deborah’ın hayatı diye başladığımız eser diğer hastaların hayatına dokunmamız ve onların öykülerine vakıf olmamız ile sürer. Ailesinin onayı ile yattığı tedavi merkezindeki hastalar ile olan iletişimi ve sohbetleri Deborah’ın hayatını değiştirir.
Deborah, yalnızlığını ve içsel çatışmalarını derinleştiren akıl rahatsızlığı nedeniyle toplumun geri kalanıyla iletişim kurmakta zorlanır ve dışlanır. Bu esnada doktoru Dr. Fried ile olan terapötik ilişkisi ile tedavi süreci ilerler. Dr. Fried ona anlayış ve sabırla yaklaşır ancak Deborah’ın iyileşme sürecinde onun da kendi çabalarını göstermesi gerektiğini vurgular. (Sana gül bahçesi vadetmedim) Bu ilişki, romanın ana dinamiklerindendir. Greenberg kahramanın içsel dünyasını büyük bir incelikle işler ve Dr. Fried yardımıyla okuyucuya hem gerçek dünya ile kopuk hem de kendi iç dünyasında hapsolmuş bir kişinin perspektifini sunar
Eser psikolojik derinliği ve şizofreni gibi karmaşık bir akıl hastalığını ele alışıyla önemlidir. Psikiyatri ve akıl hastalıklarına dair toplumdaki 1960lı yıllarda yaygın olan önyargılara da eleştirel bir bakış sunar. Özellikle, Deborah’ın ailesinin ve çevresinin, hastalığına karşı tutumu bu toplumsal önyargıların yansımalarından biri olarak ortaya çıkar ve eserde büyük yer kaplar. Hastaların gerçeklikten uzaklaşması ve öz bakımlarını ihmal etmeleri bu önyargılara çanak tutar.
Romanın yavaş ilerleyen ve zaman zaman fazla karamsarlaşan bir yapısı ile Deborah’ın içsel dünyasına yapılan yoğun odaklanma zaman zaman okuyucunun dikkatini dağıtır. Yine de psikoloji bilimi ile ilgilenen uzmanlar ve ruh sağlığı konularına ilgi duyan okurlar için bu romanın önemli olduğu kesindir. Ayrıca okurlarına şizofreni gibi zor bir konuyu empatiyle anlamalarını sağlayan bir pencere açması açısından değerlidir.
Yazarın Deborah kafasının içini anlatırken daha yaratıcı olmasını beklediğim; Yunan Mitolojisinden faydalandığı için kolaya kaçtığını düşündüğüm; benim ilgimi çeken bir konuya sahip olmadığı ve edebi yönü ile dil kullanımını zayıf bulduğum için esere puanım 6. Eser 1977 tarihinde sinemaya da aktarılmıştır.
Akılda Kalanlar
Gerçek, demir kadar çıplak ve soğuk gelmişti ona.
Acı- şoku–bir kız evladın ampütasyonu.
Gün ışığı sütunundaki toz zerrecikleri ağır ağır yere inerken,
Kaçık kişi, boynundaki ilmeği kopmuş biridir,
Birinin cezası olmak hoşuma gidiyor; gerekli olduğum duygusunu veriyor bu bana.
Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim…
Kefen ve gelinlik. Birbirinin aynı olan iki giysi.
Ah, siz akıl hastaları, hepiniz çok yaratıcı oluyorsunuz–çünkü her şeyi enine boyuna düşünecek zamanınız var.
“Bağışımı hazırlayacağım,” dedi. “Neymiş o?” dedi başhemşire bir uzman sabırsızlığıyla. “Ne olacak, gülümseme.” : )))))
Acı çekmek tekelimizde değil.
Diğer Yazılar