VEJETARYEN – HAN KANG

Güney Koreli yazar bir ailenin üyesi olarak 1970 yılında doğan Han Kang, Kore dili ve edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra 1993 yılında edebiyat kariyerine başlamıştır. Vejetaryen isimli romanı ile 2016 yılında Uluslararası Booker Ödülünü ve 2024 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Bu ödülü alan ilk Koreli yazardır.
Yazar İngilizceye çevrilen ilk eseri olan Vejetaryen isimli romanını bitkiye dönüşen kadın temalı 1997 tarihli kısa hikâyesinden uyarlamıştır. Eser çocukluk travmalarına sahip geleceğin şizofren adayı Yeong-hye’nin gördüğü kâbuslardan sonra et ürünlerini yemeyi tamamen bırakması sonrası kişisel ve ailevi hayatında yaşadığı yıkıcı sonuçları anlatır.
Eser Vejetaryen, Moğol Lekesi ve Alev Ağacı isimli üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm kahramanın kocasının ağzından anlatılır. İkinci bölüm ablasının eşi ve üçüncü bölüm de ablasının gözünden anlatılır.
Vejetaryen isimli ilk bölümde Yeong-hye gördüğü rüyalar üzerine et ve et ürünlerini tüketmeyi tamamen bırakması sonucu aile fertlerinin yoğun baskısına maruz kalır ve bileklerini keserek tepki verir ki bunun üzerine bir hastaneye yatırılır. Bu bölümde et yememe kararına karşı yakın çevresinin verdiği aşırı tepki ile mücadelesi ön plandadır.
Moğol Lekesi adını taşıyan ikinci bölümde kahramanımız Yeong-hye, ablasının eşinin fantezisinin ve sanatsal dokunuşunun öznesi olur. Yeong-hye’nin arkasında çiçeği andıran bir doğum lekesinin olduğunu öğrendikten sonra kayınbirader kendini bu lekeyi düşünmeden alıkoyamaz ve Yeong-hye’den kendisine modellik yapmasını ister. İşin sonu her ikisinin birlikte olup ablasına yakalanmasına varır. Bölüm sonunda Yeong-hye uzun süreli; kayın birader ise ksa süreli olmak üzere akıl hastanesine yatırılırlar. Bu bölümde Yeong-hye’nin et yememe tercihinin sonuçları daha keskin bir şekilde okuyucuya yansıtılır. Yeong-hye artık fiziken daha güçsüzdür ve mental olarak dünya ile bağları iyice zayıflamıştır.
Alev Ağacı isimli son bölümde Yeong-hye fiziksel ve zihinsel olarak çökmüş durumdadır. Vejetaryenliğin de ötesinde kendisini bir bitki olarak görmeye başlar. Ağaç olabilmek adına hastaneden kaçarak ormana gider. Bu durumda onu destekleyen tek aile üyesi ablası In-hye’dir. Lakin abla In-hye’nin sağlığı da çok iyi değildir. Kendini kardeşi ile aldatan kocasından boşanması ve tek çocuklarının bakımı In-hye’yi de zorlamaktadır.
Eserin ismi her ne kadar Vejetaryen olsa de kitapta bu felsefeye hiç değinilmemiştir. Eser ataerkil bir Kore ailesinde sıkı kurallar altında büyüyen bir kadının ileri yaşlarda mental sorunları ile baş edememesinin bir kesitini bize kahramanın bitkiye dönüşmesi alegorisi ile sunmaktadır. Toplum normları dışında bir hayat tarzını sürdürmenin ne kadar zor olduğunu okuyucu sarsıcı bir şekilde görmektedir. Çevre baskısı, psikolojik şiddet, delilik ve akıl sağlığı ve özgür irade gibi kavramlar ışığında insan ilişkilerini sorgulamaktadır. Duygusal, kışkırtıcı ve şiddetli imgeler ile çarpıcı ve rahatsız edici sorularla dolu bu eser, geleneksel yaşam tercihleri ile göründükleri kadar masum olmayan aile üyeleri arasında kalmış bir kadının hikayesi olarak da görülebilir.
Yazarın da dediği gibi eser bir konuda cevap vermiyor; tersine okuyucuya sorular soruyor, onları düşünmeye – tartışmaya sevk ediyor.
Eserin üç farklı kişi tarafından anlatılması karakterleri ve olayları derinlemesine anlamamızı sağlıyor. Yazar birbirinden farklı anlatım tarzı ile sanki üç farklı hikaye anlatır bizlere. Yalın ve basit yazım tarzı gereksiz söz oyunlarına dalmaksızın asıl konuya odaklanmamızı sağlıyor. İlk hikaye naif bir giriş, ikinci hikaye çekici ve çarpıcı bir masal ve üçüncü bölüm ise vurucu bir son şeklinde nitelendirilebilir.
Eserin çok katmanlı yapısı beni tatmin etti. Birey ve toplum denkleminde kişisel tercihlerin, sosyal normlar ile girdiği çatışmaların sonucunun erişebileceği noktaları göstermesi bakımından etkileyici bulduğum romana puanım 8.
AKILDA KALANLAR
Kırmızı bir kandamlası hızla çiçek gibi açmaya başlıyor.
Uyanıp sayısız kez çıplak ayakla dolandığım ev geceleri soğuk oluyor. Soğumuş pilav, soğumuş çorba gibi.
Her şey bana yabancı geliyor. Sanki bir şeylerin arka tarafına geçmişim gibi. Kulpu olmayan bir kapının ardındaymışım gibi.
Karşısındakini rahatsız edecek kadar sert, gölge gibi bağımsız bir duruştu bu.
İnsan denilemeyecek fakat hayvan da olmayan, daha çok insan, hayvan ya da bitkinin özelliklerini taşıyan yabancı bir varlık gibiydi kadın.
“Karanlıktım.” Kendisini böyle açıklamak istediği zamanlar olmuştu.
Direksiyonu sıkıca kavrayarak silecekleri çalıştırmayı denedi ve buğulananın cam değil kendi gözleri olduğunu fark etti.
Özgürlüğün bir lüks olacağını hiç düşünmemişti.
Dudaklarını onun dudaklarına kapattı. Yüzlerce öpücüğün hatırası adamın dudaklarını kapladı.
Dünyadaki bütün ağaçlar kardeşim gibi
(Nazım Hikmet’i bir kez daha analım. (Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine)
Yalnızca küçük çocukların sahip olabileceği, her şeyi barındıran ancak hiçbir şey de barındırmayan gözlerdi bunlar. Hayır, belki de küçük çocuk bile olmadan önceki, gözbebeklerine hiçbir şey yüklenmemiş bir bakıştı.
Sadece hayatını uzun süre yalnız idame ettirmiş birinin sahip olabileceği sert bakışlarla otobüsün camlarına vuran şiddetli yağmur damlalarını seyrediyor.
Artık geçti, diye yavaşça mırıldandı ama bu çocuğu avutmak için miydi, yoksa kendi için mi, belli değildi.
Neredeyse bir ıssızlığın hissedildiği yüz ifadesinin karşısında ne cevap vereceğini bilememişti.
Bir mezar gibi bitkin oluyordu.
Kendisini alıp yutan delik benzeri bir ıstırap, şiddetli bir korku hissetti, aynı zamanda içine dolup taşan garip bir huzur.
Sonsuzluk gibi uzun, bataklık gibi zemini olmayan saatler.
Diğer Yazılar