YÜZYILIN SEÇİMİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında çok önemli bir genel seçim yaşandı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen sistemin bir anlamda güvenoyu olarak kabul edileceği seçime, küresel bir salgından çıkmış dünya düzeni ve ekonomisinin, yüzyılın felaketi olarak nitelendirilecek büyüklükte, 11 ilimizi etkileyen deprem felaketinin gölgesinde girildi. Bu seçimde, muhalif kesimin AKP iktidarının sonunun geleceği yönünde beklentisi oldukça baskındı ve yüksek enflasyon, ekonomik kriz, pek çok alanda kamu hizmetlerinde aksamalar, yolsuzluk ve mafya - devlet ilişkisine yönelik iddialar, vb. konuların belirleyici olacağı tahmin edildi. 

Muhalif kesimde, yani özetle 6’lı masada ise neredeyse 1,5 yıl süren çalışmalar ile ortak mutabakat metinleri, güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi konular, ekonomi kurmaylarının yeterliliğinin büyük avantaj oluşturduğu düşünülüyor, seçimin bu şartlar altında kazanılmaması seçeneği yokhükmünde görülüyordu. Ancak 6’lı masanın yumuşak karnı olan aday belirleme süreci, sürecin kendi içlerinde şeffaf olarak yürütülmemesi, kamuoyunun beklentisine rağmen bir türlü adayın açıklanmaması, son hamlede masanın en önemli ikinci partisi olan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in zehir zemberek açıklamaları ile oluşan ‘’masa krizi’’ bir anda muhalif kesimde ciddi hayal kırıklığına neden oldu.  Akşener’in tüm ağır itham ve itirazlarına rağmen masaya dönmesi ve ardından Kılıçdaroğlu’nun masanın ortak adayı olarak ilanı ile bu kriz aşılmış gibi görünse de siyaseten oluşan fay hatlarının etkisi hala hissedilmekte. Masanın tekrar kurulması sonucu oluşan iyimser hava, seçime kadar gücünü koruyamasa bile en azından 28 Mayıs akşamına kadar durumu idare etti. Akşener masadan kalkınca ülkenin sol ve liberal kesimi mutsuz oldu. Masaya dönüşünde ise sağ ve milliyetçi kesim mutsuz.

Hatta Akşener’in bu hareketi, o güne kadar Kılıçdaroğlu’na mesafeli duran, aday olmaması gerektiğini düşünen pek çok sol ve liberal için Kılıçdaroğlu’na yönelik bir sahiplenme duygusu oluşturdu.

CHP ve İYİ Parti arasında, 2019 yerel seçimlerinden beri başlayan ittifak süreci açıkçası teşkilatların işbirliği ve uyumundan çok, tepede yani liderler arasında yer alan uyum ve özveri ile yürümekte idi. 2019 yerel seçimlerinde kazanılan büyükşehir belediyeleri, Ankara ve İstanbul gibi yerlerdeki seçim zaferleri ise bu işbirliği için umut verici, hatta olmazsa olmaz bir şart olarak yorumlandı. Ancak parti teşkilatları bir türlü beklenen uyumu sergilemiyor, tabanda bu görüntü gerçekleşmiyordu. Bugün gelinen noktada ise Akşener ve Kılıçdaroğlu arasında da artık bir işbirliği hevesi veya uyumu kalmamış gibi görünüyor.

14 Mayısa doğru bu şartlarda yol alınırken Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile başlayan bir dizi strateji hatası Cumhur ittifakı kanadında bir nebze hissedilen moral bozukluğunu toparlamaya başladı. Sürecin en başında Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşmesi ve ardından HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı çıkarmama kararı, seçimin ilk turda kazanılacağı şehvetinin bir sonucuydu. Ancak bu hata ‘’yüzyılın seçimi’’ olarak tanımlanan, seçimin tüm propaganda sürecinin belirleyicisi oldu. 

Ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, toplumsal ayrışma, liyakat, gelir eşitsizliği, deprem ve depremde devlet mekanizmasına yöneltilen eleştiriler bir kenara bırakıldı. Seçim propagandasının tamamı üst perdeden bir milliyetçi algıya dönüştü. HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı, PKK ile ilişkilenen HDP’nin desteklediği 6’lı masa adayı yüzünden masanın tüm taraflarına ‘’terör işbirlikçisi’’ yakıştırması ile yansıdı. En büyük darbeyi ise kuruluşunda milliyetçi refleksleri bulunan ve kendini milliyetçi-sağ tarafta konumlandıran İYİ Parti yedi. Vatandaş, sorununun tanımlanması istendiğinde “geçim sıkıntısı” derken, oy tercihini milliyetçi refleksler ile ‘’vatanı böldürmeyelim’’ algısına göre yaptı. Yani sorun tanımı ile oy tercihi örtüşmedi.

Sonuçlar üzerinden baktığımızda, Türkiye’de, aday kim olursa olsun Recep Tayyip Erdoğan’a asla oy vermeyecek % 48’lik bir kesim olduğu aşikâr. Anket şirketlerinin neredeyse tamamının seçimin Millet İttifakı lehine ilk turda biteceği yönündeki beyanları ise tam anlamı ile fiyaskoya dönüştü. Yıllar boyunca muhalefetin beklediği ‘’dip dalga’’ ilginç şekilde iktidar kanadı için harekete geçmiş görünüyor.
Peki ne oldu? 

Türkiye toplumunun çoğunluğu tüm kızgınlık ve kırgınlıklarına rağmen Erdoğan ile güçlü bir bağ kurmuş durumda. Bu bağı yıkacak, karşı bir liderlik ise bir türlü sağlanamıyor. Bu noktada, Kılıçdaroğlu’nun doğru aday olmadığı algısı ve düşüncesi ise pekişmiş durumda. Anket verilerine göre İmamoğlu ve Yavaş’ın adaylıkları söz konu edilse idi durum değişir miydi bilinmez ancak muhalif kanadın bunca olumsuzluklara rağmen oy artışı gerçekleştirememiş olması, Recep Tayyip Erdoğan ve partisinin ise oyunu ve meclis çoğunluğunu koruyabilmiş olması, Millet İttifakı bileşenleri açısından analiz edilmesi gereken durumlar. Ancak henüz böyle bir öz eleştiriyi duyabilmiş değiliz. İyi Parti, kendi kurultay sürecini tamamlayarak, Divan Heyeti ve GİK’te değişiklikler yaparak Akşener’in A takımını kısmen yeniledi. CHP’de ise iç hesaplaşma ve kongre süreci yaşanacak ancak Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde bir değişim beklenmiyor. İmamoğlu’nun telaffuz ettiği ‘’değişim’in ise başka bir bahara kalacağı söylemek çok zor değil. 

Bu şartlar altında tamamlanan bir genel seçim sonrası, hemen 7-8 ay sonra, tüm ülkeyi bir yerel seçim bekliyor. Bir sonraki yazımda, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı bileşenleri açısından nasıl bir yerel seçim atmosferi olacağına dair öngörülerimi aktarmaya devam edeceğim.
 

Diğer Yazılar