EN BÜYÜK DERDİMİZ…

Türkiye’nin nüfusu çok şükür 85 milyona dayandı. Tarihimize dönüp baktığımızda, 1912’den 1922’ye kadar sürekli savaş halinde olan bir millet idik ve 1927’de yapılan ilk nüfus sayımında 12,6 milyondan ibaret kaldığımızı anlamıştık. Aradan geçen yüz yılda 85 milyon nüfusa ulaşmak elbette, devlet olarak büyük bir güce eriştiğimizin delilidir. 

Nüfusumuzun artması ne kadar önemliyse, bu nüfusun eğitilmesi de o kadar önemlidir. Bugün ülkemizdeki devlet okulları ve özel okullar göz önüne alındığında, eğitime çok büyük yatırım yapıldığı gerçeğini kabul etmek zorundayız. 

Devletimizin bütçesinden en büyük pay eğitime ayrılıyor. İlkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin tamamına ders kitapları bizzat devletimiz tarafından ücretsiz veriliyor. Son 20 yılda yüzbinlerce derslik okullar yapıldı. Kısacası, eğitimde fizikî açıdan çok önemli sıkıntılarımız kalmadı. Bilgisayarlar, tabletler, akıllı tahtalarla teknoloji destekli eğitim ön plana çıktı.

Bunlar şüphesiz çok büyük başarılar. Ancak, eğitimin muhtevası, müfredatın genç nesilleri geleceğe hazırlama konusunda yeterli olup olmadığı konusu, maalesef bir türlü çözülemiyor.

Hasbelkader ana sınıfı, ilkokul, ortaokul ve lise binalarının yan yana bulunduğu bir mahallede ikâmet ediyoruz. Bu okullara devam eden öğrencilerin okullarına giriş ve çıkışları esnasında gördüğümüz davranış kalıpları, kılık kıyafetleri bile, eğitim sisteminin içinin ne kadar yetersiz olduğunu görmemize vesile oluyor.

Cumhurbaşkanımız birkaç sene önce bir konuşmasında “eğitim ve kültürde sınıfta kaldık” itirafında bulunmuştu. Bu itiraf, devletimizin en yüksek makamından duyulabilecek en acı itiraftır. 

Bilhassa millî ve manevî değerlerimizle donanmış nesiller yetiştirmekte son derece yetersiz olduğumuz çok acı bir gerçektir. Sürekli gelişen ve değişen bilim ve teknolojinin yanında binlerce yıllık tarihimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi, sanatımızı, dinimizi, vatan sevgimizi, yeni nesillere tam anlamıyla aktaramamanın faturasını son zamanlarda hızla ödemeye başladık.

Bir milleti ayakta tutan, ahlâkî değerlerini yaşatmak ve sürekliliğini sağlamaktır. Eğitim sistemimizde bilgi, görgü, âdâb-ı muaşeret gibi somut kültürel unsurlar verilirken, millî manevî değerlerin korunması için de gerekli ahlâkî eğitim verilmelidir ki, milletimizin ve devletimizin ayakta kalması mümkün olsun. Aile bağlarının hızla zayıfladığı, boşanmaların arttığı, parçalanmış ailelerin çocuklarının ortada kaldığı, inanç boşluklarının büyüdüğü bir ortamı yaşıyorsak, bunun en önemli sebebi, eğitim ve kültürde sınıfta kalmış olmamızdır.

Türkiye, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinden sonra 5 yıllık yeni ve çok önemli bir döneme girdi. Yeni milli eğitim bakanımızdan büyük beklentilerimiz var. Genç nesillerin nasıl yetişmesi gerektiğini, eğitim kadrolarımız elbette bizden iyi bilirler. Ancak meslek hayatı boyunca eğitimle ilgili sayısız haber, araştırma, röportaj yapan bir gazeteci olarak bizim de eğitimin muhtevası konusunda bazı tekliflerimizin olması tabii karşılanmalıdır.

Öncelikle “Din Kültür ve Ahlak Bilgisi” adını taşıyan zorunlu din dersinin adı en azından “Din Bilgisi ve Ahlak Kültürü” olarak değiştirilerek, müfredatı yeniden tespit edilmelidir. Din bir ilim, ahlâk bir kültür meselesidir. Kültür, sadece anne-babaya, büyüklere saygı, küçüklere sevgi duymaktan ibaret değildir. Biz bu topraklara Türkistan coğrafyasından gelirken Müslüman olarak geldik ve Müslümanlığımız o kadar galipti ki, bu topraklarda karşılaştığımız başka milletlerden ve dinlerden insanları kendi kültür potamızda eriterek kendimize benzettik. İnançlarına asla karışmadığımız bu insanlar, hayatlarında bizim değerlerimize gönüllü olarak yer verdiler. Hayat tarzımız, o kadar etkileyici ve adalet yüklüydü ki, Avrupa’yı fethettiğimiz asırlarda, inançlarına yine asla karışmadığımız Arnavutlar ve Boşnaklar başta olmak üzere çok sayıda millet Müslüman olmayı kendi rızalarıyla kabul etti. Demek ki Müslümanlık baştanbaşa bir ahlâk dinidir. Eğitim sistemimizin ahlâk anlayışını, gerçek bilgisiyle donattığımız dinimizle bütünleştirdiğimiz zaman yeni nesillerin geleceğe çok daha sağlam hazırlanacağını kendi gözlerimizle göreceğiz. Bizim tarihimiz, kültürümüz ve medeniyetimiz, inancımızdan asla bağımsız değildir ve aslında hiçbir milletin tarihi, kültürü ve medeniyeti inançlarından asla bağımsız değildir. 

Bu sebeple, eğitim sistemimizde sınıfı geçmek istiyorsak, ahlak ve dini, milletimizin çocuklarına çok iyi ve bütün yönleriyle öğretmeye mecburuz. Bunu başarmanın yolu öncelikle eğitimcilerimizin bu sahada eğitilmeleridir. Öğretmenlerimiz, sadece öğretmenlik yaptıkları branşlarda değil, kültürümüzü, tarihimizi, dinimizi ve ahlâkî değerlerimizi özümsemiş, hayatına yansıtır hale gelmiş şekilde eğitilmelidir. 

Bunu başardığımız zaman ülkemizin, devletimizin ve milletimizin geleceği konusunda endişe duymamıza, her seçimde bekâ meselesini gündeme getirmeye gerek kalmayacaktır.  Aklı, gönlü, kalbi yeterince donanımlı yetişen nesiller, ülkesini, devletini, bayrağını, vatanını zaten sevecektir ve sevdiği değerlerine sahip çıkmak için ne gerekiyorsa yapmaktan asla geri durmayacaktır.

Temennimiz, uzun yıllardan beri başaramadığımız eğitim ve kültürden sınıfı geçmek hususunu, önümüzdeki beş yıl içinde başarmaktır. 

Diğer Yazılar