GAZZE ÂH GAZZE…

Yaklaşık üç haftadan beri bütün dünya Yahudilerin Gazze’de yaşayan müslümanlara uyguladığı soykırımı seyrediyor. Evet, sadece seyrediyor. Balinalar kendiliğinden ölüp de karaya vurduğu zaman ayağa kalkan dünya, ham petrol döküldüğü için kirlenen denizde kanatları kirlendiği için uçamayan karabatakları kurtarmak için ayağa kalkan dünya, kendini bilmez, ahlaktan nasibini almamış birkaç kötü insanın zehirlediği kedi veya köpekleri görünce ayağa kalkan dünya, binlerce masum çocuğun her gün sistemli olarak katledilmesini sadece seyrediyor.

Tarih boyunca bilhassa Hristiyan devletlerin müslüman bir beldeyi işgal ettiği zaman o beldede yaşayan insanları toptan kılıçtan geçirdiği ve etnik temizlik yaptığı defalarca sabit olmuştur.

Ancak, bizim Türk Milleti olarak fethettiğimiz hiçbir şehirde hiçbir masumu katlettiğimiz asla görülmedi. Biz, tarih boyunca fethettiğimiz topraklara yalnız adalet, huzur ve saadet götürdük. Zaten fetihle işgalin arasındaki büyük fark da budur. Fetih, bir şehri adalete açmaktır. Bizim şehirleri fethederken örnek aldığımız kişi Allah’ın Rasülü ve O’nun sahabelerinden oluşan ordusunun Mekke’yi fethettiği esnada gösterdiği tavır, uyguladığı siyaset ve adalet anlayışıdır. Masum ve teslim olan hiçbir insana zarar verilmedi ve hayat hakkı, malı, mülkü, ırzı namusu, hürriyeti asla bir zarara uğramadı.

Türk Milleti’nin tarihinde asla zulüm ve soykırım olmadı. İnsanlık camiasında, kuvveti elinde bulundurduğu halde hiçbir insana zarar vermeyen ve adaletle hükmeden bir millet olmak, en büyük şereftir.

Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başladığı asırlarda, Avrupa’dan geri çekildikçe, terk ettiği şehirlerde yaşayan müslümanlar, büyük katliamlara maruz kaldılar ve göçe zorlandılar. Balkanlarda yaşayan milyonlarca müslüman, bilhassa, bizim Plevne savaşı olarak bildiğimiz, 1877 Osmanlı- Rus savaşından sonra katliamlara tabi tutularak göçe zorlandı.

Çok kıymetli bir romancı ve yazar Yılmaz Gürbüz’ün “Balkan Acısı” isimli romanı, bu vahim hadiseleri çok güzel anlatır.

Osmanlı Devleti, 1492 yılında, İspanyolların zulmüne maruz kalan Yahudileri Endülüs’ten gemilere bindirerek Osmanlı topraklara getirip yerleştirdi ve bu topraklarda asırlarca hür bir hayat yaşamalarını temin etti. Ne yazık ki bizim devletimizin ve milletimizin sahip çıktığı, mal mülk sahibi olmalarına imkân tanıdığı Yahudiler, zamanla devletimizin başına büyük gaileler açtılar ve yıkılmasına kadar giden sıkıntılara sebep oldular.

Geçen haftaki yazımızda İsrail’in nasıl kurulduğunu kısaca anlatmaya çalıştık. Almanya’da güya soykırıma uğrayan Yahudiler, Filistin topraklarına göç ettirilerek bir devlet kurmalarının zemini hazırlandı ve zamanla güçlenen Yahudiler 1948’de devlet olduklarını ilan ettiler.

Kendisi gerçekten zulme ve soykırıma uğrayan bir millet acaba başka bir milleti soykırıma tabi tutar mı? O milletin vicdanı buna müsaade eder mi? Yahudiler Gazze’de, bütün dünyanın gözünün içine bakarak her gün yüzlerce masum insanı katletmeye devam ediyor.

Gazze’de yaşayan insanların müslüman olmaktan başka hiçbir suçları yok. 1900’lerden beri Filistin topraklarını ele geçirmek için her türlü hile ve desiseye başvuran Yahudiler, Gazze’yi işgal edemeyince abluka altına aldı ve burada yaşayan iki milyona yakın insanı açlığa, susuzluğa mahkûm etti. Vatanlarını savunmaya çalışan bir avuç genç insanın mücadelesini de terörizm olarak göstermeye çalışıp, bu insanların mücadelesine soykırım yaparak cevap vermeyi sürdürüyor.

Tarihte gerçekten bir “Holokost” var mıdır, tartışılır ama Yahudilerin müslüman Gazzeliler’e soykırım uyguladıkları artık sabittir ve Yahudiler bunun hesabını er veya geç vereceklerdir. Zira. Biz biliyoruz ki küfür pâyidâr olur ama zulüm asla pâyidâr olmaz.

Asıl acı olan ise başta müslüman ülkeler olmak üzere, bütün dünyanın bu soykırımı sadece seyretmesidir.

Daha devlet olmadan önce Amerika kıtasının yerlileri olan ve Kızılderili adını verdikleri insanlara soykırım uygulayan ABD, bugün de İsrail’in Gazze’deki soykırımına açıktan destek veriyor.

Bu iki devleti aynı zulümde birleştiren Siyonizm anlayışıdır. Bu zulmü durdurabilecek tek kuvvet de tarihte şerefle gördüğümüz Osmanlı Cihan Devleti’nin adalet anlayışı olacaktır.

Son bir asırdan beri, bütün dünya müslümanlarının zulümler karşısında sessiz kalması için gereken her türlü hissizleştirme başarıyla uygulandı ve bunda muvaffak olundu. Müslümanların büyük çoğunluğu Allah yolunda yaşamaktan ve gerekirse şehid olmaktan korkar hale geldi. Dünya sevgisi, müslümanların kalbine o kadar derin yerleşti veya yerleştirildi ki, hemen hiçbir müslüman konforunun bozulmasını istemiyor. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya ve Gazze’deki soykırım karşısında üç maymunu oynamaya devam ediyor.

Korkarız ki, müslümanların bu tavrı, Allah’ın gazabına sebep olacak ve Allah, kendi yolunda yaşamayan müslümanları, zalim Yahudilerden önce cezalandıracaktır.

Müslüman olmayı sadece namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, zekat ve sadaka vermekten, hacca gitmekten ibaret zannetmenin faturası çok ağır olacaktır. Müslüman, Allah’ın emrettiği adalet anlayışını yeryüzünde hakim kılmak için mücadele eden insandır.

Zira, Allah’ın Rasülü (SAV) Efendimiz, “Allah yolunda bir saat adaletle hükmetmek, bir sene nafile ibadet etmekten daha hayırlıdır” buyuruyor.

Dünyaya adaleti hakim kılmanın yolu güçlü ve imanlı bir devlete sahip olmaktan geçer.

Gazze’deki soykırımı canlı yayınlarda seyretmenin bize nasıl bir elem ve ıztırap verdiğini anlatmamız mümkün değildir. Bütün ümidimiz, bu yazılarımızın Allah katında muteber kabul edilmesi ve zulmü durdurmak için hiçbir şey yapmadığımız için hesaba çekilmekten kurtulmamızdır.

Zira, yine Peygamber Efendimiz (SAV), “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17) buyuruyor…

Elimizden gelen sadece kötülük yapan zalimlere buğz etmek ve kötülüklerini dünyaya duyurmaya çalışarak, engellemeye gayret etmektir…

Diğer Yazılar