KUL HAKKI VEYA EMEĞE SAYGI…

Milletimizin zaman içinde kaybettiği en güzel özelliklerinden biri “kul hakkına riayet” veya “emeğe saygı” kavramlarına saygıdır.

Halk arasında “kul hakkı”, sol ideoloji literatüründe “emeğe saygı” olarak bilinen, kendisinden yararlandığımız insanların hak ettiğini vermek, asırlar boyunca asla ihmal etmediğimiz bir vasfımızdı.

Her hâl ü kârda kendisinin bilgisinden, fizikî gücünden veya zamanından faydalandığımız insanlara hak ettiklerini verir veya helalleşmek suretiyle ahirette hesaplaşmamak için tedbirimizi alırdık.

“Emeğe ve emekçiye saygı” dünyada sol veya sosyalist ideolojilerin en büyük sloganı olarak ortaya çıktı.

Bir zamanlar işçi haklarını savunmak için “dünya işçileri toplanın” veya “proleterya iktidarı” kavramlarını üreten ideolojiler, ekonomik refaha ulaşınca önce işçilerin haklarını görmezden gelmeyi öğrendiler.

Aynı hastalık, kendilerini sağ veya müslüman olarak tanımlayan kesimlerde veya ideolojilerde de görülmeye başladı.

Kazancın tadını alan işveren, kazandığını, kendisine kazandıranlarla asgarî seviyede paylaşmak veya hiç paylaşmamak için her türlü yola başvurmaya başladı.

Böylece ezildiğini ve hakkının yendiğini düşünen işçiler de “grev” veya “iş bırakma” gibi hak arama yolları aradı ve buldu. Zamanla işçilerin haklarını aramak ve almak maksadıyla işçi sendikaları ortaya çıktı ve teşkilatlanan işçiler, işverenlerle hak arama mücadelesine daha güçlü girmeye başladı. Buna karşılık işverenlerde işçileri işten çıkarma ve yerlerine daha ucuz ücretle çalışacak işçiler bulma yollarına başvurmaya başladılar.

Burada işveren işçiye en az ücreti ödemek suretiyle en çok kazanma düşüncesine daha çok saplanırken, işçiler de işverene kazandırdıklarından daha çok pay alma gayretine girdi.

Biz de 30 seneyi aşkın iş hayatımız boyunca sendika ile son çalıştığımız Anadolu Ajansı’nda tanıştık.

Basın sektöründe medya patronlarının sendikalı işçiyi sevmediğini meslek hayatımız boyunca çok fazla örnekleriyle gördük.

İşçi sendikalarının varlığının sebebini anladık da işveren sendikaları neden kuruldu, doğrusu pek anlayamadık. Herhalde işverenler de işçilere karşı haklarını aramak için sendikalaşma yoluna gitmişlerdi.(!)

Tabii bir de devlet memurlarının devlete karşı haklarını aramak maksadıyla kurdukları sendikalar var. Bu sendikalar sivil toplum örgütleri olarak, devlet üzerinde baskı kurmak suretiyle daha fazla ücret alabilme ve daha az çalışma gayesini güdüyor. Bu sendikalar devletin bütçesinin içinde bulunduğu hali düşünmeden sürekli daha çok ücret talep etmeleriyle meşhur.

“Hak” kelimesinin Arapça’da, “ kapıyı açılıp kapanırken dengede tutan direğin yere tam olarak oturtulması” demek olduğunu, ramazan ayında adını hatırlayamadığımız bir hocamızın televizyon programındaki açıklamasından öğrenmiştik. Demek ki hak, her işi dengeli yapmak mânâsına da geliyor.

Allah, kâinatı da bir “hak üzere” yarattığını buyuruyor.Kâinât da bir denge ile ayakta duruyor ve gökler, göklerdeki cisimler, yıldızlar, ay ve güneş, gezegenler üstümüze düşmüyor.

İşçinin veya emekçinin hakkını alması, işverenin hakkı gözetmesi de dengeli bir hayat için çok mühimdir. İşçi hakkını alamazsa verimli olamaz. İşveren işçiye hakkını vermemek için, yalan olduğunu bile bile aslında çok kazanmadığını söylerse, işçiyi işinden soğutur ve alternatif arayışlara sevk eder.

Bu ülkede asgarî ücreti bile işçisine çok gören ve bankadan kanun zoruyla yatırdığı asgarî ücretin bir kısmını işçinin elinden tehditle geri aldığını işitmişliğimiz var maalesef.

Yine bu ülkede insanların fikrinden, bilgisinden veya zamanından yararlanarak kazanan, ancak bu insanların hak ettiğini vermemek için, kazanmadığını söyleyen işverenler de var.

Bu ülkede ne müslümanım diyen çok sayıda insan, bir müslümana yakışır şekilde işçinin hakkını ödüyor ne de “emeğe saygı” kavramını slogan haline getiren ideolojilere inanan bir çok insan, emeğe saygı duyuyor.

Her inanç ve ideoloji sahipleri arasında “işçiyi veya fikri sömürmeyi” son derece normal kabul eden işverenler bulunuyor. Yazık ki bu tür insanlar  sadece “kendi haklarını” düşünerek yaşamayı ahlak haline getiriyor. Hak arayan işçileri de işten çıkartarak, hak arama hususunda sesi çıkmayan, “verilen ücrete” veya “verilmeyen ücrete” razı olan işçiler bulmakta zorlanmıyor.

Velhasıl millet olarak o kadar çok sosyal problemle karşı karşıyayız ki, ne işçi hakkını tam arama ve aldıktan sonra yaptığı işin hakkını verme derdinde, ne de işveren, işçiye hak ettiğini ödeme derdinde.

Elbette bütün bu yazdıklarımızın dışında, “kul hakkına riayeti” veya “emeğe saygıyı” başının tacı eden işverenler olduğu gibi, aldığı ücreti hak etmek için bütün gücüyle gayret eden işçiler de mevcut. Belki devletimizin ve dünyanın dengesi bu “hakperest” insanlar sayesinde devam ediyor, kimbilir…

Biz bu konuyu gündeme getirelim de belki okuyan işveren ve işçiler arasında kendilerinin yanlış yolda olduğunu fark ederek, hatalarından dönme yoluna girenler olur…

Hazreti Ali şöyle buyurmuş: “Hakkınızı arayınız, yoksa hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.”

Diğer Yazılar