KÜLTÜR BAKANLIĞINA AÇIK MEKTUP…
Malum olduğu üzere bu sene, altı asırdan fazla cihana hükmeden Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilip Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılı.
Hükümet, yüzüncü yıl dolayısıyla bir dizi faaliyet gerçekleştiriyor. Bu faaliyetlerden biri de 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda ilk defa kamuoyunun karşısına çıkan ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından okunan 100. Yıl Marşı oldu.
Bu marşın seçilmesinden önce açılan yarışmaya kaç şair, kaç şiirle girdi bilmiyoruz. Sözleri son derece basit olan bu şiirimsinin hangi gerekçelerle birinci seçildiğini ve jüri üyeleri tarafından mı yoksa daha üst bir irade tarafından mı seçildiğini de bilmiyoruz.
Tarihten bugüne Türk şiirinin dev eserlerinin yanında bu metni şiir kabul etmek, en basit ifadesiyle şiirimize ve büyük eserler veren şairlerimize hakarettir.
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi, son elli yılda ülkemizin yetiştirdiği en iyi tasavvuf ve bilhassa Yunus Emre âlimlerinden Mustafa Tatcı hocamız da şiiri çok zayıf bulmuş olacak ki, bize 30 Ağustos gecesi, “100. Yıl Marşı birincisi icra ediliyor, girsen iyiymiş, hepsi zayıf” dedi.
Sevgili büyük şair ağabeyimiz Mehmet Ali Kalkan da, 100. Yıl Marşı’nın neden çok zayıf olduğunu bütün yönleriyle ele alan bir makale yayınladı.
Aslında bu marş denilen ucube metin, bizim şiir sanatında ne kadar zavallı bir hale geldiğimizi anlatması bakımından ibretlik bir levhadır.
Okullarda şiiri sevdiren, şiiri öğreten ve şiiri yeni nesillere aktaran bir yeterli eğitim sistemimizin olmamasının acı neticesi, bu 100. Yıl Marşı’dır.
Jürinin kimlerden oluştuğunu bilmiyoruz. Eğer şiir sanatından çok iyi anlayan bir jüri olsaydı, bu eser bırakın dereceye girmeyi, ön jürinin bile asla okumaya tenezzül etmeyeceği bir metin olarak kaybolur giderdi.
Şiirin nasıl bir sanat dalı olduğunu, ehemmiyetini biz milletimizin evlatlarına öğretemediğimiz müddetçe, merhum Sultân’uş şuara Necip Fazıl’ın ifadesiyle ancak “mide gurultusu” sayılabilecek bir metin, milletimizin karşısına 100. Yıl Marşı olarak çıkarıldı.
Bu metin aynı zamanda, kültür ve sanat hayatımızın nasıl bir seviyeye düştüğünü göstermesi bakımından da çok acı bir manzaradır.
En basit mukayeseyi burada yapalım. Daha ortada cumhuriyet yokken, Mart 1921’de Mehmed Akif’in Ankara Taceddin Dergahı’nda kaleme aldığı ve o günün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 21 Mart 1921’de oy birliğiyle kabul edilen İstiklal Marşı ile yan yana getirdiğimizde, 100. Yıl Marşı bir zavallı metindir.
İstiklal Marşı’nın hem vezni, hem mânâsı ve muhtevası, şiirin nasıl bir âbide olduğunu anlatmaya yeter.
100. Yıl Marşı’nın gelecek nesillere marş diye öğretilecek bir tarafı var mı bilmiyoruz.
Bütün bunları neden yazdık. Cumhuriyetimizin 100. Yılında bu kadar kötü bir metnin marş diye ilan edilmesine doğrusu çok üzüldük.
Milletler, ilimde, fikirde, teknolojide ve sanatta her sene daha iyi bir seviyeye gelmişse ilerliyor, demektir. İstiklal Marşı’nın yazılmasının üzerinden geçen yüz iki yıl sonra yazılan bir marşın İstiklal Marşı’ndan çok çok üstün bir eser olması beklenirdi. Yoksa bu 100. Yıl Marşı, sadece bu sene okunup sonra tarihin çöplüğüne mi kaldırılacak. Öyle olacak bile olsa, 85 milyonun karşısında okunan veya icra edilen bir marşın bu kadar basit ve sığ olmasını nasıl izah edebiliriz. Koca ülkede en azından İstiklal Marşı ayarında bir marş yazacak şair mi yoktur.
Kültür Bakanlığına buradan yazalım. Belki bakanlığın basınla ilgilenen birimleri bizim bu açık mektubumuzu okurlar da tavsiyemize kulak verirler.
Şiir gibi Türkçemizi gelecek nesillere aktarmanın en büyük vasıtası olan bir sanatın yaşaması için ülke çapında farklı konularda şiir yarışmaları düzenlenmelidir.
Sıradan şarkıcılara milyonlar harcanan bir ülkede büyük şairler yetişmesi için on milyonlar, yüz milyonlar harcansa boşa gitmez. Kültür Yolu festivallerinin bu ülkeye hiçbir kültürel katkısı olduğunu düşünmüyoruz. Ancak, tarih boyunca yetişen büyük şairlerimizin halkasına yeni halkalar eklemek ve yeni büyük şairler yetiştirmek öncelikle devletin vazifesidir.
Osmanlı padişahlarından 28’i şair olduğu ve şiire çok büyük kıymet verdikleri için, asırlar boyunca şiir en mühim sanatımız olarak yaşamaya devam etti.
Yazık ki son yüzyılda büyük şair olarak kıyamete kadar anılmayı ve okunmayı hak eden çok az şairimiz yetişti. Kendilerini yetiştiren şairlerimizi de devletimiz ısrarla görmezden gelmeye devam ediyor.
Bir devlet, dilini korumadıkça uzun vadede ayakta kalamaz. Bir milletin dili yok olduğu zaman o milletin varlığı kesinlikle tehlikeye girer. Zira bilhassa Türk Milleti, dilini unuttuğu andan itibaren, bütün millî özelliklerini de kaybediyor ve Türk olmaktan uzaklaşıyor.
O halde bakanlık, Türkçemizi yaşatmak için, başta şiir yarışmaları olmak üzere, hikâye, roman, deneme yarışmaları düzenlemeli ve sadece birinci, ikinci ve üçüncülere değil, çok sayıda yarışmacıya ciddi teşvik ödülleri vermelidir ki insanlar eser vermek için gayret etsinler.
Yoksa ortaya 100. Yıl Marşı gibi daha çok ucube çıkar ve bizim milletimiz de bu tür acınası metinleri ciddiye almaz vesselam…
Diğer Yazılar