MESLEK VE SANAT…
İyi bir gazeteci, eğer fıtrattan gazeteci olarak yaratılmışsa, hayatı boyunca insana, eşyaya ve hadiselere daima bir gözlemci nazarıyla bakar.
Gazetecinin tek işi, haber değeri taşıyan hadiseleri haber yaparak kamuoyunun bilgisine sunmaktan ibaret değildir. Gazeteci, topluma doğru yolu gösteren, daima doğruları yazan, eğrileri doğrultmaya çalışan insandır.
Gazeteci, toplumu ilgilendiren en küçük hadiselerden, devletin en tepesinde cereyan eden en büyük hadiselere kadar her meseleye ilgi duyan ve bu meseleleri topluma haber olarak sunan, toplumu bilgilendiren insandır.
Gazetecinin emeklisi olmaz. Belki SSK’dan emekli maaşı alır ama o günün yirmi dört saati gazetecidir ve gözü de gönlü de daima açık olmak zorundadır. En küçük yerleşim birimindeki toplumun tamamını alakadar eden bir meseleden, metropolde yaşanan meselelere kadar her konuda duyarlı olmaya gayret eder.
Bütün bu tarifler elbette otuz altı yıllık bir gazeteci olarak bizim şahsi tariflerimizdir.
Otuz üz yıl İstanbul’da gazetecilik yaptıktan sonra memleketimize dönüp tekrar kendi insanımızın arasına karışınca, İstanbul’a göre epeyce küçük bir şehir olan Denizli’de ve elbette kütüphane kurarak, yeni bir başlangıç yapmaya hedeflediğimiz köyümüzde yaşayan insanların hayatlarına, davranış şekillerine odaklanmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz.
İnsan kavramı üzerinde az çok fikri olan herkes bilir ki, Allah bütün insanları muhakkak bir takım kabiliyetlerle donatarak yaratmıştır. Akıl sahibi tek varlık olan insan, aklını azami ölçüde kullandığı müddetçe dünya hayatında her alanda başarılı olur. Fakat ne yazık ki insanın belki de en az kullandığı hazinesi aklıdır. Allah, insanın bu kötü özelliğine sık sık dikkati çeker ve “aklınızı kullanın” uyarasında bulunur.
Tarih boyunca yükselen ve büyük medeniyetler kuran milletleri iyi incelediğimiz zaman, aklını en iyi ve sürekli kullanan insanların, milletlerin diğer milletler üzerinde hâkimiyet kurduklarını görürüz. Akıl, eğer Allah’ın istediği istikamette kullanılırsa insan dünyada hem kendine, hem milletine, hem diğer insanlara faydalı olur. Akıl, yanlış istikamette kullanılırsa, sahibine de, insanlığa da en büyük zararı verir.
Bizim tarihimize baktığımız zaman, insanlıkta ve medeniyette zirveye çıktığımız zamanlar, aklımızı doğru istikamette en güzel şekilde kullandığımız zamanlardır.
Göktürklerden Karahanlılar’a, Selçuklulardan Osmanlılar’a ve günümüz Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar geçen bin dört yüz senelik tarihimizin en muhteşem çağını, on altıncı yüzyıl Osmanlı’sında yaşadığımızı görürüz.
Devletimizin hudutları Viyana kapılarından Yemen sahillerine ve Afrika içlerine kadar uzanırken, mîmârîde, mûsikîde, yazıda, süslemede, şiirde, denizcilikte ve savaş sanatlarında zirveyi yakaladığımız yüzyıl on altıncı yüzyıldır. Aynı yüzyıl içinde Muhibbî mahlasıyla cihan padişahı Kânûnî Sultan Süleyman’ı, Şair Bâkî’yi, şair Fuzûlî’yi, Mîmar Sinan’ı, Hattat Ahmed Karahisarî’yi (Afyonkarahisarlı Ahmed) ve Hasan Çelebi’yi, Minyatürde Matrakçı Nasuh’u, Barbaros Hayreddin Paşa’yı, Ebussuud Efendi’yi bir çağda toplanmış görürüz.
Elbette bütün bu büyük adamların en büyük koruyucusu ve destekçisi bizzat şair padişah olan Kânûnî Sultan Süleyman’dır ve batılılar ona “Muhteşem” anlamında “magnificent” adını vermiştir.
Sanatta, edebiyatta, devlette, orduda zirveyi yakalamış olmak, yeniden yeniden zirveler yakalamayı gerektirir ki en zoru da budur. On altıncı yüzyıldan sonraki yüzyıllarda yeni zirveleri yakalamakta zorlandığımız içindir ki devletimiz her alanda yavaş yavaş gerilemeye başladı ve kendi ellerimizle devletimizin sonunu hazırladık. Zira, aklımızı kullanmayı terk ettik.
Devletimizi asırlarca ayakta tutan büyük beyinlerin yetiştiği Enderûn mektebini kapatarak, modern usullerle eğitim veren yeni mekteplerden yetişen insanları devletin en mühim kadrolarına yerleştirmenin bedelini çok ağır ödedik. Aklını kullanmak, mesleğini en iyi şekilde icra etmek olduğu kadar, Allah’ın verdiği sanat kabiliyetini de en iyi şekilde değerlendirerek, milletin faydasına eserler üretmekle mümkündür.
Tarih boyunca “Ordu- Millet” olarak anılan Türk Milleti, savaş oyunlarında ve savaş teknolojisinde geri kalmaya başladığı zaman, devletimizin küçülmesinin önüne geçemedik. Büyük beyinlerin yetişmediği asırlarda, elbette büyük başarılar da kazanılamadı.
Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle beraber, büyük işler başarma kapasitemizi en az yüz sene kaybettik. Sanatla, ilimle, fikirle, kültürle meşgul olacak insanlarımızı ya köşelerine çekilmeye zorladık, ya da bir şekilde tasfiye ettik.
Bizi biz yapan sanatlarımızı ve bu sanatları sürekli geliştiren sanatkârlarımızı geri plana ittik. Ancak, meydana gelen büyük boşluğu dolduracak yeni güzellikler, sanatlar ortaya koyamadık. Milletimiz, yönünü kaybettiği için, dünya milletleri arasında sürekli itibar kaybına uğradık.
Yüzyıllar boyunca dünyaya nizam veren, bütün dünyanın adalet içinde yaşaması için çalışan ve bütün mazlumları koruyan milletimiz, kendini koruma derdine düştü.
Artık, ne büyük sanatkârlar çıkarır olduk, ne de büyük fikir ve ilim adamları….
Son yıllarda yeniden bir kıpırdanma başladıysa da seksen beş milyon nüfusa sahip bir ülkede bu kıpırdanma çok yetersizdir.
Bizim insanımızda gördüğümüz, doymak bilmeyen bir kazanma arzusu, lüks yaşama düşkünlüğü ve sürekli biriktirme/yığma gayretidir. Kitap, kültür, sanat, ilim, fikir dendiği zaman, “Bütün bunlar ne işe yarar. Para getirir mi?” sorusuyla karşılaşıyoruz.
Osmanlı yüzyıllarında para kazanan insanlarımız, insanlığın hayrına vakıflar kurmuşlar. Camiler, çeşmeler, sebiller, mektepler, medreseler, köprüler, kütüphaneler kurmuşlar. Sanat adamlarını himaye etmişler ve onların sanatlarını rahatlıkla icra etmesi/ geliştirmesi için destek vermişler.
Biz yüzyıl önce bütün vakıfları kapatmak suretiyle vakıf eserlerini sahipsiz bırakmışız veya yok pahasına gayrı Müslimlere satmışız. Bugün zenginlerimizin yüzde kaçı insanlığın faydasına bir eser yaptırıyor acaba?
Bugün en büyük eksikliklerimizden biri de, sanatla meşgul olan insanımızın azlığıdır. Hangi mesleğe sahip olursak olalım, bir sanatla meşgul olduğumuz zaman hayattan daha büyük zevk alırız.
Memleketimizde çok şükür ki çalışkan insanlarımızın sayısı bir hayli fazla. Yüzlerce fabrika harıl harıl ihracat yapıyor. Organize sanayi bölgelerinde binlerce insanımız istihdam ediliyor. Yazık ki aynı oranda sanatla, kültürle, kitapla, ilimle, fikirle meşgul olan insanımız yok.
Gönül istiyor ki, başta belediyelerimiz olmak üzere, imkânı olan bütün işadamlarımız, çalışanlarının sanat kabiliyetlerini geliştirecek ortamlar hazırlasınlar ve bizim insanımız dünyaya mal sattığı kadar, sanat eseri de satsın.
Denizli bir dünya şehri olmak istiyorsa, sadece mal ihraç etmekle yetinmeleli, sanat adamları yetiştirmeli ve sanat eserleri üretmeleri için destek vermelidir. Meslek hayatındaki yorucu mesaiden sonra dinlenmenin ve ferahlamanın yolu sanatla meşgul olmaktır.
Diğer Yazılar