RAMAZAN MEDENİYETİ

Dünyamız yeni bir Ramazan ayının manevi havasını teneffüs etmeye başladı. Ramazan ayının, Müslümanlar üzerine rahmetin bol bol yağdığı bir ay olduğunu elbette en iyi, hakikaten Müslüman olanlar bilir.

Gönül istiyor ki Ramazan ayını ve bu ayın Müslümanlar üzerine yağdırdığı güzellikleri bütün insanlar da hissetsin ve dünyada kan dursun, zulüm son ersin, insanlık huzurlu bir nefes alsın.

Elbette bütün Müslümanların hayatlarında ve kültürlerinde ramazan ayının bir karşılığı vardır. Ancak, ramazan ayını bir medeniyet haline getiren şüphesiz Osmanlı Cihan Devleti’dir.

Ramazan ayını sadece bir ibadet, sadaka ve zekat ayı olmanın çok ötesinde bir kültür ve medeniyet ayı haline getiren Osmanlı, Selatin Camilerinin minareleri arasına astığı ve yaktığı mahyalarla, Ramazanın geldiğini bütün cihana ilan ediyordu.

Mahyalarda ilk on beş gün boyunca “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan, Bismillahirrahmanirrahıym, Lâ ilâhe İllallah Muhammedün Rasûlüllah” gibi metinler yer alırken, son on beş günde “Elveda Yâ Şehr-i Ramazan” gibi hüzünlü metinler yer alıyordu.

Elektrik olmayan asırlar boyunca minareler arasında asılan mahyalar mumlarla aydınlatılıyordu. Bazı minareler de baştan başa mum ışıklarıyla giydirilmek suretiyle adeta ışıktan elbiseye bürünüyordu.

Ramazan hazırlıkları üç ayların girmesiyle başlıyor ve hemen bütün Müslümanlarda bu mübarek ayrı karşılamanın bambaşka bir heyecanı, huzuru, mutluluğu hissediliyordu.

En fakir Müslüman hanelerinden, en zengin Padişah ve vezir saraylarına kadar, her evde bir ebedî cennet sürurunun akisleri parlıyordu.

Ramazan sadece bir iftar ve sahur vaktini idrak etmek değil, günün tamamını Allah ile beraber geçirmek için duyulan heyecandı.

Ramazan, sadece vücudun maddi ve manevi kirlerden arınması değil, ruhun ait olduğu Ramazan, sadece vücudun maddi ve manevi kirlerden arınması değil, ruhun ait olduğu Yüce Yaradan’a yükselmesi için Müslümanın kendini hesaba çekme zamanıydı.

Ramazan aylarında bilhassa İstanbul’da bütün Müslüman şehirlerinden daha farklı bir heyecan ve saadet yaşanıyordu. Mahyalar asılıp, zenginlerin evlerinin kapıları sonuna kadar açılıyor ve fakir fukara bir ay boyunca buralarda istediği zaman iftarını yapıyor ve diş kirasını da alarak, hane sahibine teşekkür ettikten sonra gidiyordu.

İstanbul’daki büyük camiler başta olmak üzere hemen bütün camilerde Enderun teravihi denilen, musikimizin makamlarının teravihin her dört makamında ayrı ayrı tatbik edildiği namazlar kılınıyor, Müslümanlar, namazın musikiden aldıkları manevi lezzetle zaten uzun olan teravih namazının daha uzun sürmesini arzu ediyordu.

Osmanlı asırlarında yalnız ramazanlarda devlet daireleri sabaha kadar açık ve ikindiye kadar kapalıydı. Şehirler bütün gecelerde karanlığa gömülürken, ramazan gecelerinde ışıl ışıl oluyordu.

****

Bir de bizim çocukluğumuzda köyde ramazanlar vardı. Hiçbir zaman unutamadığımız bir bayram tadında geçen ramazanlar…

Yaz mevsimine denk gelen ramazanlarda Evran Dağı’ndan katırların sırtında getirilen tertemiz karlarla yapılan pekmezli kar şerbetleriyle oruç açan ihtiyarların yüzlerindeki mutluluk hâlâ gözlerimizin önündedir. Bir de cami avlusunda kurulan iftar sofralarında bulunan koyun veya keçi yoğurdu, buz gibi ayran, etli bulgur pilavı ve envai çeşit meyvelerin iftar saatindeki lezzetini unutmak mümkün olabilir mi?

Bütün oruç tutan köylülerin cami avlusundaki sofranın etrafında buluşması ve aynı tencereye, tabağa veya çanağa kaşık sallaması bambaşka bir saadetti. Hiç kimse, aynı çanaktan, tabaktan veya tencereden yediği için hasta olmuyordu.

İftarda tadımlık yenen yemekler arttığı zaman köyün en fakirlerine veya sessiz delilerine ikram ediliyor, onlar da Ramazanın güzelliğinden nasipleniyordu.

Ramazan boyunca devam eden iftar sofralarında köylüler birbirleriyle hayırda yarışıyordu.

Teravih namazlarından sonra caminin karşısındaki köy kahvesinde taze demlenmiş çay içerek başlayan sohbetler çoğu zaman sahur vaktine kadar devam ediyor ve insanlar ancak sahur yapmak üzere evlerine dağılıyordu.

Ramazanlarda köy camiinde sabah namazı ve öğle ile ikindi namazı öncesi mukabele okumak da güzel âdetlerdendi.

Eskiden köylü kadınlar da bilhassa teravih namazlarına akın akın gelir ve camiler tıklım tıklım dolardı.

Heyhat ki son yıllarda çok fazla güzelliğimiz hayatımızdan sessiz sedasız çekildi. Ramazan aylarının güzelliğini hazin ki çok insanımız hiç fark edemeden geçip gidiyor ve sadece bayramın geldiğini hatırlıyorlar.

Eğer silkelenip dilimize, tarihimize, dinimize, medeniyetimize sımsıkı sarılmazsak, yakın bir gelecekte bütün varlığımız, devletimiz ve milletimiz, Gazze’de İsrail’in beş ayı aşkın bir zamandan beri inatla ve ısrarla sürdürdüğü acı manzarayla karşılaşmak tehlikesiyle karşı karşıya kalacak vesselam…


RAMAZAN

 

Akıp giden zamanın baş tacıdır Ramazan

Cümle günahkârların ilacıdır Ramazan

 

Kalbimiz titreyerek bekleriz on bir ayda

Ağırlamak isteriz gönül adlı sarayda

 

Ramazan olsa deriz gördüğümüz her hilal

Geldiği günde biter çektiğimiz tüm melal

 

İmanlı sinelerden sanki ırmaklar geçer

Her seherde göklerden ulvi bayraklar geçer

 

Cömertlerin kapısı cennetlere açılır 

Göklerden yeryüzüne sonsuz rahmet saçılır

 

Vücutlar acıkırken orucun hikmetiyle

Ruhlar doyar her anda Allah’ın rahmetiyle

 

Yere iner yıldızlar Kur’an sesi duymaya

Nefis şeytan bulamaz kem sözüne uymaya

 

Bembeyaz örtülerin altında yaşlı gözler

Medine’de tutulan Ramazanları özler

 

Her ezan bir yol açar Kâbe’ye doğru giden

Kurtulur Ramazan’da nefsine veda eden

 

İstanbul’da kubbeler gökleri kıskandırır

Secdedeki her alın yıldızları andırır

 

Sanırız seher vakti sonsuzluğun nûrudur

İftar bir bayram ânı ve cennet sürûrudur

 

Ramazan gül bahçesi ve oruç gül teridir

Bugünde her Müslüman bir tek Allah eridir

 

Şevk ile Allah demek Kâfî’dir kurtuluşa

Açılır cümle kalpler bir yeniden oluşa

 

Gelişi bir saadet, gidişi yalnız elem

Ey mübarek Ramazan, yazamaz seni kalem

Ekrem Kaftan (Kâfî) 

Diğer Yazılar