REHBERSİZ NESİLLER…

Öyle bir milletiz ki, bütün sosyal ve kültürel meselelerimiz uzun yıllardan beri sürekli yazıldığı ve tartışıldığı halde, bu meseleleri bir türlü çözüme kavuşturup yolumuza devam edemiyoruz.

Peyami Safa’nın bundan 70-80 sene önce Objektif isimli köşesinde yazdığı pek çok sosyal mesele, bugün de karşımızda olduğu gibi duruyor.

Sosyal medya icad edilmeden önce, matbu günlük gazetelerdeki köşe yazarları çok kıymetli insanlardı. Bu yazarların hususi okuyucuları vardı ve yazar, hangi gazeteye geçtiyse hemen o gazeteyi okumaya başlarlardı.

Bizim meslek hayatına başladığımız yıllarda (1987), gazetelerin ülke gündeminde çok etkili bir yeri vardı. Bir zamanlar Hürriyet gazetesinin patronu olan Erol Simavi, zamanın başbakanı Turgut Özal’ı tehdit eden, “Basın Birinci Kuvvettir” başlıklı bir yazı yazmıştı da kıyametler kopmuştu. O yıllarda “Türk Basını”nın sadece adı Türk basınıydı. 

Zamanla gerçekten büyük ölçüde Türk basını haline gelen matbu gazetelerimiz, sosyal medyanın icadından sonra maalesef hem hükümetler, hem de millet nazarında büyük prestij kaybetti. Bugün gazetelerin tirajları ne kadar bilmiyoruz. O yıllarda galiba her hafta gazete tirajları yayınlanırdı ve en çok satan gazete için “amiral gemisi” tabiri kullanılırdı.

Sosyal medya, sadece matbu ve mevkute adı veren günlük gazeteleri tahtından indirmedi, kitap okuma alışkanlıkları da tepetaklak oldu.

Bizim üniversite tahsili yaptığımız 1980’lerin sonunda Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitapları her baskıda en az 10 bin adet basılır ve kısa zamanda tükenirdi. Türkiye’nin nüfusu bugüne göre epeyce az olmasına rağmen, hem gazetelerin, hem de kitapların baskı adedi epeyce yüksekti. Mesela gazetelerin tamamı her gün en az 3 milyon satışa ulaşırdı.

Köroğlu’nun “Tüfek icad oldu mertlik bozuldu” dediği gibi, sosyal medya icad oldu, okuma bozuldu.

Bizim lise yıllarındaki hocalarımızın eğitim ve kültür kalitesi, bugünkü hocalardan çok çok iyiydi. Fikirleriyle zıtlaştığımız hocalarımız bile o kadar güzel kitaplar okurlar ve bizlere tavsiye ederlerdi ki, biz onların tavsiye ettikleri kitapları okumakla bile fikir, kültür ve bilgi alanında çok büyük mesafeler kat ettik.

Kulakları çınlasın, Antalya’nın Elmalı ilçesinden olan lise edebiyat dersi hocamız Mustafa Koldaş’la fikir çatışmalarımız olmasına rağmen, tavsiye ettiği kitaplardan çok istifade ettik.

Lise son sınıfta, bir roman okuyup kendi düşünce ve anlayışımıza göre tahlil etmemizi istedi. Bu bir “dönem ödevi”ydi. Biz de bir roman tahlili yapmak için 4 roman okuduk ve bunlar arasından Barbaros Baykara’nın Nefret Köprüsü isimli romanını tam 20 sayfa halinde dolma kalemle yazdığımız el yazısıyla tahlil ettik. Bu ödevimizden bize 100 puan veren Mustafa Koldaş hocamız maalesef ödevi elimizden aldı ve kendine sakladı. Aradan geçen yaklaşık 37 yıla rağmen hâlâ o ödevin akıbetini merak ediyoruz.

Bütün bunları neden anlattık. Önceki gün, oğlumuz Dr. Safa Tunahan Kaftan’ın çocukluk arkadaşı Fatih Ateş’in düğününe iştirak ettik. Düğünden sonra aile dostumuz ve komşumuz Mustafa Ateş’in evinde misafir olduk ve akrabalarının liseye ve üniversiteye devam eden, üniversiteden yeni mezun olup iş hayatına atılmış gençleriyle uzunca sohbet ettik.

Gençlerimizin en büyük meselesi sosyal medyanın esiri olması, ikinci meselesi de hangi kitapları okumaları gerektiği hakkında bir fikir ve bilgi sahibi olmamaları…

Lise yıllarında okuduğumuz kitaplar, sohbet ettiğimiz arkadaşlar ve ailemiz, şahsiyetimizin teşekkül etmesinde, hayata bakışımızın netleşmesinde ve yerini bulmasında çok büyük yer ehemmiyete sahiptir.

Üniversiteye devam eden gençlerimiz de, lisede okuyan gençlerimiz de neler okursa bilgili, kültürlü, toplum içinde saygın bir yere sahip olabileceğini bilmiyor. Tanıdığımız çok sayıda üniversiteli gencimizin, lise hayatları boyunca neredeyse hiç kitap okumadıklarına bizzat kendi ağızlarından şahidiz.

Kitap okumayan bir gencin kelime hazinesi ne kadar zayıftır. Kelime hazinesi zayıf olan insanlar, duygularını, düşüncelerini, neşelerini, hüzünlerini, aşklarını, ıstıraplarını, kederlerini anlatmak, dile getirmek imkânından daima mahrumdur. İnsan, bildiği kelime kadardır. Kelime bilmeyen insan, konuşma bilmeyen insandır. Konuşma bilmeyen insanın hayvandan farkı nedir. Gençlerin birbirleriyle sohbet ederken en çok kullandıkları kelimenin “aynen” olduğunu esefle duyuyoruz.

O halde bugün gençlerimize ve bütün milletimizin evlatlarına bazı yazarlarımızı tavsiye edelim ki, belki okurlar da hem güzel konuşmayı öğrenirler, hem sağlıklı, hür kafalı, derin ve ince düşünmeyi bilen, tefekkür ehli insanlar olurlar.

Malumdur ki roman aslında batının malıdır, şiir de doğunun… Bizim Osmanlı’nın son yıllarında batıdan aldığımız roman sanatı, çok kısa zamanda büyük mesafe kat etti ve çok iyi romancılarımız çıktı. Bunlar arasında adlarını hatırladıklarımızı burada yazalım ki, belki kitaplarını alıp okuyanlar çıkar da bize de gıyabımızda teşekkür ederler.

Osmanlı yıllarından başlarsak, Ahmed Mithat Efendi, Mehmed Murad, Mehmed Rauf, Halid Ziya, Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem, Cumhuriyet yıllarından Peyami Safa, Refik Halid Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Bekir Büyükarkın, Kemal M. Altınkaya,  Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi, Turhan Tan, Abbas Sayar, Oğuz Atay, Mehmed Niyazi, Mustafa Miyasoğlu, Ali Koyuncu, Sevinç Çokum, Alev Alatlı…

 Sanat olarak tamamen Doğu’ya mahsus şiiri bilmeden ve okumadan, şahsiyet teşekkülü, ruh ve nefis terbiyesi, ufuk sonsuzluğu, fikir bütünlüğü elde etmek mümkün değildir. Zira şiir, bizim medeniyetimizin ifade vasıtadır. Romanın bizde en fazla 150 yıllık bir geçmişi var, şiirin geçmişi Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı muhteşem eserinde başlıyor. Kaldı ki, ondan önce bir derin tarihi olmasa, Alper Tunga Sagusu da olmazdı. Dede Korkut hikâyeleri ve hikâyeler içinde yer alan şiirler, Türk’ün gönül ufkunun sonsuzluğunu anlatması bakımından mükemmeldir.

Okullarımızda vazife yapan hocalarımızın kaçı acaba bizim hiçbir kaynağa bakmadan hatırladığımız bu yazarların eserlerini okudu ve talebelerine tavsiye ediyor. Uzun sözün kısası, nesillerimizin en büyük sıkıntısı, rehbersiz olmalarıdır.

Şiir hakkındaki tavsiyelerimizi de inşallah gelecek haftaki yazımızda ele alalım… İstanbul’dan selamlar…

Diğer Yazılar