SAĞIR SİYASET…

Geçen haftaki yazımızı bir halk türküsünde geçen “derdim çoktur hangisine yanayım” mısraıyla bitirmiştik.

Ülkemizde o kadar çok yazılması ve çözülmesi gereken mesele/dert var ki, bir ömür her gün durmadan yazsak galiba bitiremeyiz. Bizim kadar her meselesini çözebilecek binlerce yıllık birikim ve çaresi bulunduğu halde, bu birikimden ve çarelerden yararlanmayı bilmeyen, okumayan, anlamayan başka millet var mıdır acaba?

Gazetecilik mesleğine 1987 yılında, halen Denizli’de yayın hayatını sürdüren refikimiz Hizmet gazetesinde yazdığımız makalelerle başladık. Aradan geçen 36 yıl boyunca, mesleğimizi milletimizin dertlerine çare üretmek ve çözüm yolları bulmak için icra ettik.

Bize göre gazetecilik birilerine yakın olmak, bu yakınlıktan rant, makam, mevki, servet, şöhret elde etmek değil, milletin her türlü derdine çare bulmak ve çözüm üretmektir. Kendimiz bulamıyorsak, ilgili ve yetkililerin bulması için onları uyarmak, kamuoyu baskısı oluşturmaktır.

Doğrusu son yıllara kadar, yazdığımız her haberin ve/veya makalenin tesirini hemen gördük ve çok sayıda problemin çözümüne katkıda bulunduk.

Son yıllarda siyaset artık adeta sağırlaştı. İktidar, alternatifsizliğini siyasi, sosyal, kültürel, dini, ekonomik ve benzeri birçok konudaki meseleleri görmezden gelerek muhafaza etmeyi başarıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da zaman zaman dile getirdiği muhalefet yetersizliği, iktidarın kendisine aşırı güven duyarak, kulaklarını milletin sesine tıkamasına yol açıyor.

Biz 1987 yılında İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nun kapısından girdiğimiz zaman sol tarafta bir kaide üstünde “Basın Milletin Müşterek Sesidir (K. Atatürk) yazan cümleyi gördük ve hiç unutmadık. Bu söz çok doğru bir sözdür. Basın, milletin derdini, milleti idare edenlere iletmekle mükelleftir.

Yazık ki son yıllarda ne o basın kaldı, ne de basının ve dolayısıyla milletin sesini tam mânâsıyla duyan bir iktidar var.

Ha, iktidar duymuyor da muhalefet duyuyor mu? Yazık ki o hiç duymuyor. Duysaydı zaten bir siyasi parti 22 yıldan beri tek başına iktidar kalmaya devam edemez, muhalefet seçimleri kazanırdı. Gerçi yüz yaşında bir siyasi parti olan ana muhalefet, baştan beri milletin sesini duymamak için var gibi bir manzara arz ediyor. Kendi iç kavgalarından ve millete rağmen iktidar olma ideallerinden bir türlü kurtulamayan muhalefet, hiçbir zaman milletin özgür oylarıyla iktidara gelemedi.

Bu ülkede hem iktidarın, hem de muhalefetin bu kadar sağırlaşması, milletin her geçen gün tekrar eski ekonomik buhran dolu yıllarına dönmesine yol açıyor.

Elbette milletimizin tek meselesi ekonomik sıkıntı değil. Dünyada hızla yayılan ve gelişen internet teknolojisi yüzünden milletimiz, ahlakını, dinini, örfünü, âdetlerini, an’anelerini, geleneklerini, kültürünü, sanatını kaybediyor ve bu kadar büyük kayıplara rağmen, iktidarın yeterli hiçbir tedbir almadığını, belki almayı bile düşünmediğini büyük bir üzüntüyle takip ediyoruz.

Ana muhalefet ise seçimleri kaybetmesinin tek suçunu genel başkana yükledi ve milletin hiçbir meselesiyle alakadar olmayı düşünmeden, değişim sloganını tekrar edip duruyor. Bilmiyor ki zihniyet olarak değişmedikçe ve milletin bin yıllık değer yargılarıyla barışmadıkça yakın bir gelecekte iktidara gelmeleri mümkün olmayacaktır.

Bütün siyaseti bu sağırlıktan kurtarmanın yolu acaba nedir, diye kafa yoruyoruz. İktidar, karşısında dişli bir rakibi olmadığı için, tabiri caizse kafasına göre takılıyor. Muhalefet, sanki iktidara gelmek gibi bir niyeti yokmuş gibi milletin değerlerine mesafeli durmaya devam ediyor.

İktidarın mahalli idareleri de tıpkı hükümetin birçok sosyal, kültürel ve ekonomik meselelerdeki sağırlığı gibi bir sağırlık içinde.

Belediye başkanları, mahkemenin kadıya mülk olmadığı gibi, belediyelerin de kendilerine mülk olmadığını unutmuş görünüyorlar. Bir kendinden emin olma ve bu millet yine bizi seçer edaları içinde, yazılanları ya okumak zahmetine katlanmıyorlar veya okusalar da kulak ardı ederek, basını adam yerine koymama yolunu tercih ediyorlar.

Şurada yeni bir mahallî seçime yedi buçuk ay kadar bir zaman kaldı. 31 Mart 2024’te yapılacak mahallî seçimlerde mevcut birçok belediye başkanının seçimi kazanamayacağını görmemek için kör olmak lazım. Yazık ki, belediye başkanları, yıllardan beri oturdukları koltukları o kadar benimsemiş görünüyorlar ki, sanki kayd-ı hayat şartıyla belediye başkanı imişler gibi bir davranış sergiliyorlar.

Geçen haftaki yazımızda, büyükşehir belediyelerini düzenleyen kanunun yanlışlarına dikkati çekmiş ve bir su faturası üzerinden bu yanlışların düzeltilmesi hususunu dile getirmiştik. Yazımızın linkini DESKİ Genel Müdürü kardeşimiz Niyazi Türlü’ye de gönderdik ama hiçbir cevap alamadık. Ya görmedi veya görmezlikten geldi. İnşallah birinci şık doğrudur. Zira bir mevkii işgal eden dostumuz, kendisini alakadar eden bir konudaki yazıya kayıtsız kalıyorsa, biz anlarız ki o işine gelmeyen her konuya kayıtsız kalıyordur. Halbuki siyaset veya bürokrasi milletin sesine kulak verdiği ve bu sesin gereğini yerine getirdiği ölçüde başarılı kabul edilir.

Başarılı bir siyaset adamı, milletin dertlerini kendisinin dertleri kabul eden ve bu dertleri çözmek için mücadele veren insandır. Bürokrasi de aynı bakış açısına sahip değilse vah o milletin haline vesselam…

 

Diğer Yazılar