ZİHNİYET İNKILÂBI…

Türkiye Gazetesinde kültür sanat muhabiri olarak görev yaptığımız 1990’lı yıllarda, Ömer Öztürkmen adında, Kerküklü bir yazar büyüğümüz vardı. Ömer Öztürkmen’in, Ötüken Neşriyat’tan çıkan Zihniyet İnkılâbı isimli bir kitabını o yıllarda okuduğumuzu hatırlıyoruz.

Milletimiz, tarih boyunca sürekli bir fetih ve gazâ ruhuyla hareket ederek, Asya bozkırlarından Viyana kapılarına kadar yürüdü. Anadolu’yu yurt tutmadan asırlar önce Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya yürüyerek, “Avrupa Hun İmparatorluğu’nu kurdu ve Batı Roma İmparatorluğu’nun başkenti Roma’nın kapılarına dayandı. O Türklerin bir kısım torunları bugün, Macaristan ve Bulgaristan adıyla varlıklarını sürdürüyor.

Bu asırlar süren yürüyüşümüz esnasında kılavuzumuz önce Töre’miz, sonra dinimiz İslam oldu. Ne zaman ki, İslam ile şereflenmeden önce Töre’den ayrılarak bir başka dini seçtik, Türk kimliğini kaybettik. Zira, bizi Türk olarak muhafaza eden zihniyet Töre’mizdi. İslamiyet, Töre’den daha mütekâmil bir din olarak, bizi Töre’yle erişemediğimiz büyük zaferlere ve fetihlere eriştirdi.

İlk müslüman Türk devletlerinin temel gayesi, Sahabe-i Kiram’dan sonra yavaş yavaş inişe geçen İslam’ın fetih ve yayılma hedeflerini yeniden büyüterek dünyanın bütün eski kıtalarına ulaştırmaktı. Bunun adı, “ilâ-yı kelimetillah” idi. “Allah’ın adının yüceltilmesi ve yayılması” olarak tarif edebileceğimiz bu hedefimiz, Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan Son Osmanlı Sultanlarına kadar devam etti.

Bizim millet olarak inanç akidelerimizi sistemleştiren Ebu Muhammed Mansur Maturîdî oldu. Sistemleştirdiği akâidi olduğu gibi benimseyen Türk Milleti, Arapların yarım bıraktığı fetih ve gazâ davasını asırlar boyunca devam ettirdi. Zihniyetimiz, Töre’nin İslâm’ın akâidi ile çelişmeyen yönleriyle İslam’ın mezcedilmiş haliydi.

Devletlerimiz Töre’ye dayalı Türk Devlet Sistemine uygun kurulurken, fetihlerimiz, insanlığa İslam’ın adalet anlayışını götürüyordu. İlimde, fikirde, sanatta, hayatı kuşatan bütün ihtiyaçların karşılanmasında, Töre ile iç içe geçmiş İslam anlayışı kendini gösteriyor ve insanlar akın akın Türk devletlerinin adaletine sığınmayı, kendi dindaşları olan zalim kralların himayesinde olmaktan daha evlâ görüyordu.

Ne zaman ki, beşerî gaflete düşüp, zaferlerimizin gözümüzü dünyaya kapatmasına zemin hazırladık ve kendimizi yenilmez görmeye başladık, bizi fethettiğimiz topraklardan söküp atabilmek için asırlar boyunca Haçlı zihniyetiyle çalışmaktan vazgeçmeyen düşmanlarımız, içimizden devşirdikleri hainlerle el ele vererek, sırtımızdan hançerlemeye başladılar.

Biz, bir yandan iç ve dış düşmanlarımızın gizli açık işbirliklerini engellemeye çalışırken, zihniyetimizin, asırlar önce statikleştiği için fetih ve gazâ ruhunu kaybeden Arap dünyasının zihniyetine dönüşmesi yüzünden, medreselerimizden müsbet ilimleri kendi ellerimizle çıkarıp, sadece din ilimlerini öğretmeye başladık.

Batı, ilimde ve fende devâsâ adımlar atıp, savaş teknolojisini geliştirirken, biz içimize kapanıp, bilhassa Fatih Sultan Mehmed devrinde şâha kalkan teknolojik gelişmeleri neredeyse terk eder hale geldik.

Batı’nın sürekli üstümüze gelerek, büyük zaferlerle kazandığımız topraklarımızı bizden söküp almaya başlamasıyla nerede hata yaptığımızı anladık ama iş işten çoktan geçmişti.

Zihniyetimizde yeni inkılâplar yapamadığımız ve hatta zihniyetimizi Türk’ün tarihi karakterine uymayan bir anlayışa terk ettiğimiz için, milyonlarca kilometrekareye ulaşan vatan topraklarımızın elimizden çıkmasına bir türlü engel olamadık.

Nihayet, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve adına Kurtuluş Savaşı denilen ama aslında Mîsâk-ı Millî topraklarımızı kurtarmak maksadıyla başlattığımız ancak sadece Anadolu’yu kurtarabildiğimiz savaşın sonunda, en az beş milyon kilometrekare olan vatan topraklarımızın sadece 780 bin kilometrekaresini kurtararak, devletimizin binlerce yıllık temel sistemini de tamamen terk ederek, yeni bir devlet kurduk.

1800’lerden itibaren, sürekli yenildiğimiz Batı’nın bizi neden sürekli yendiğini anlayamadığımız için, ona benzemeye çalışmakla başlayan zihniyet bozulması bundan sonra hızla artarak bugünlere kadar gelmemize sebep oldu.

Zihniyetimizde yapmaya çalıştığımız inkılâp müsbet yönde olmadığı için, devlet ve millet olarak, asırlar boyunca dünyanın en hareketli, en savaşçı, en âdil milleti olduğumuz halde, sıradan, kaale alınmayan, sözüne kulak verilmeyen bir devleti ve milleti haline geldik.

Şükür ki, son yıllarda özellikle savaş teknolojisinde epeyce mesafe almaya başladık. Ancak, zihniyetimizi kadîm Türk ve Müslüman zihniyetine uygun olarak yeniden inşa edemediğimiz için, devlet ve millet olarak içten içe erimeye devam ettiğimizin farkında değiliz.

Çağımızın bütün teknolojik ve fikrî gelişmelerini, kadîm Türk Milleti’nin bakış açısıyla takip ederek, büyük bir zihniyet inkılâbını başaramazsak, içten içe kurtların yediği ve sadece kabuğuyla ayakta duran bir ulu çınar gibi, kuvvetli bir rüzgâra dayanamayıp, devrilme ihtimalimiz yüksek görünüyor.

Yüksek bürokrasiden, küçük devlet kurumlarına kadar, bütün kurumlarımızda, devlet adamlığı ve/veya devlet memurluğu şuuruna sahip olmayan o kadar çok insanımız var ki…

Türk devlet anlayışında “insanı yaşat ki devlet yaşasın” şîârı hakim iken, bugün “ben yaşarsam ve benim menfaatlerim devam ederse devlet devam eder” anlayışının, bilinçli veya bilinçsizce yayıldığını üzülerek müşahede ediyoruz.

Daha 7 sene önce maruz kaldığımız darbe teşebbüsü, bu zihniyetin devlet içinde nasıl büyük bir hakimiyet kurduğunu anlamamıza sebep olmuştu. Devletimizin içine girip habis bir ur gibi yayılan bu zihniyetten devletimizi kurtarmak çok zor oldu.

Yazık ki, İsrail’in hiçbir insanlık kuralı tanımadan bir buçuk aya yakındır devam ettiği Gazze’deki katliama bütün millet olarak tepki göstermemiz gerekirken, azımsanmayacak bir kitlenin bu katliama gizli veya açık destek verdiğini esefle görüyoruz.

Türk Milleti, tarih boyunca hiçbir zulmü hoş görmedi ve zalimlerin korkulu rüyası, mazlumların en büyük sığınağı oldu. Zihniyetimizin bozulmasının neticesinde Türk Milleti’nde zalime karşı ortak bir tavır görememek, zihniyet inkılâbına ne kadar büyük bir ihtiyacımız olduğunu bize yeniden gösterdi.

Bu zihniyet inkılâbı, ancak eğitim sisteminin kökünden değiştirilerek, kadîm Türk Devlet sistemine ve inanç akidelerine dönmekle yapılabilir vesselam…

        

Diğer Yazılar