EYLÜL’E AŞIK OLMAK…

12 Eylül, bende acı hatıraları olan sevmediğim bir gün, bir tarih.

Babamı, yine böyle bir 12 Eylül günü kaybettim.

 Jandarma Astsubay babamın Diyarbakır'dan Uşak'ın Ulubey ilçesine karakol komutanı olarak tayini çıktı.

Ulubey, küçük, güzel, şirin bir ilçe. Ortaokula bu ilçede başladım.

O çocukluk yaşlarımda birtakım hayallerim vardı.

Mesela futbolcu olmak, Fenerbahçe'de oynamak, oradan milli takıma seçilmek.

Veya babamı örnek alarak, asker olmak gibi bazı hayallerin arasında gidip geliyordum.

Ama sınıfımızdaki o güzel kıza aşık olmayı hiç hayal etmemiştim. Veya hiç planlamamıştım.

Artık 13 yaşın toyluğu mu, yoksa o yaştaki beynimin salgıladığı hormonların garip etkisi mi, yoksa sınıfa ilk girdiğim anda göz göze geldiğim bir çift kapkara göz mü, bilemiyorum ama ilk görüşte aşk derler ya, aşık olmuştum Eylül'e…

Günler geçiyor fakat ben Eylül’e nasıl açılacağımı bilememenin verdiği ızdırapla kıvranıyordum.

Bu arada tanıştığım Fikret abi ve Kemal sayesinde solcu olmuştum. Artık yaşantıma Fikret abi ve Kemal ile yaptığımız toplantılarda alınan kararlara göre yön vermeye başlamıştım.

Aslında solcu veya devrimci olmayı da planlamamıştım.

Mesela Fikret abinin bize söylediklerine göre, devrimci mücadelemiz sürerken asla bir kıza aşık olmak, veya sevgili olmak yasaktı.

Devrim olduktan sonra düşünülecek şeylerdi bu gibi konular.

Bir kıza aşık olmak veya sevgilimizin olması, devrimci mücadelemize sekte vurabilirdi.

Böyle söylüyordu Fikret abi…

Çünkü bir sevgilimiz olursa, yeteri kadar kendimizi halkı örgütlemeye ve sınıfları bilinçlendirmeye adayamayacağımızı söylüyordu Fikret abi.

Her şey iyiydi hoştu da, şimdi ne yapacaktım?

Bir kıza aşık olmak, sevgili olmak yasaktı. Eylül’e aşık olduğumu Fikret abiye nasıl söyleyecektim?

Yine sıklıkla yaptığımız gibi dersi kırıp, haftalık toplantılarımızı yaptığımız Fikret abinin evine gittik. Fikret abi, komitenin direktiflerini anlatacaktı. Epeyce uzun bir konferansın ardından diğer üç arkadaşı evden gönderdi. Kemal ve ben kalmıştık.

Fikret abi, çantasından bir tomar broşür çıkardı yarısını benim, diğer yarısını da Kemal'in önüne doğru sürerek, “Arkadaşlar, komite bu broşürleri her yere dağıtmamızı istiyor” dedi ve ekledi, “Yakalanmayın.”

Broşürleri dağıtmak kolaydı. Gece yarısından sonra sokaklara çıkar her kapının altından atardık ama Fikret abiye Eylül’e aşık olduğumu nasıl söyleyecektim?

Kemal, dağıtacağı broşürleri alarak evden ayrıldı. Fikret abiyle yalnız kalmıştık. Bütün cesaretimi toplayarak, “Abi sana söylemem gereken ufak bir mesele var” dedim.

- Söyle İsmail yoldaş nedir?

- Abi ben bir kıza aşık oldum.

- Ne diyorsun sen yoldaş? Sen söylememiş ben de duymamış olayım. Aşk, meşk, sevgili falan böyle konular şimdi düşünülecek şeyler değil. Sana bunları bin kere anlattım bu gibi şeyler ancak devrim gerçekleştikten sonra düşünülecek konular. Bu kız kimse derhal aklından çıkar. Hem kim bu kız? Devrimci mi?

- Yok abi, bu konularla alakası yok, bizim sınıftaki Eylül.

- Olmaz İsmail yoldaş, devrimci olsa hadi neyse, karşı devrimci unsurları size bin kere anlattım kadın, kız meselesi yok, yasak.

Günler, aylar bu şekilde geçiyor Eylül’ü aklımdan çıkarmaya unutmaya çalışıyordum ama ben unutmaya çalıştıkça o aklıma daha fazla gelmeye başlıyordu. Sürekli olarak o kömür karası saçlarını ve kapkara gözleri düşünür olmuştum.

Acaba bu devrimcilik işini beceremeyecek miydim? Korkmaya başlamıştım.

Yine afişleme yapıp, broşür dağıtacağımız bir geceydi. Saat gece yarısını geçmişti, broşürleri alıp usulca karanlığa dalıp her kapının altından atarak dağıtmaya başladım. Tam taşlı mahalleye gelmiştim ki, birden bekçilerin düdük sesleri duyulmaya başladı. Sokağın bir ucundan birisi geldi, diğer ucundan öteki bekçi geldi. Dar bir sokaktı, kaçacak yer yoktu kıstırdılar, yakalanmıştım.

O zamanlar gece bekçileri vardı. Bekçilerden birisi beni tanıdı.

- Sen Hasan Başçavuşun oğlu değil misin?

Sesimi çıkarmadım. Karakola götürdüler. Babama telefonla haber verdiler. Babam, önce broşürde yazanlara bir göz atıp sonra bana dönerek, “Komünist mi olacaksın lan sen benim başıma” diyerek Allah ne verdiyse daldı. Broşürleri de sobaya atıp yaktı.

İlk yakalanışımdı çok üzülmüştüm, o gün becerememiştim. Deşifre olmuştum, örgütteki arkadaşlar benimle irtibatı kestiler.

Artık örgütten de ilişiğim kesildiğine göre ortada bir engel kalmamıştı. Eylül’e arkadaşlık teklif edebilirdim.

Eylül teklifimi kabul etti.

O zamanlar ortam şimdiki gibi değildi. Bir erkeğin bir kızla yan yana görülmesi bile olay oluyordu.

Okulda gizli saklı görüşüyorduk. İletişim aracı mektuptu.

Kendi belirlediğimiz bir duvar kovuğuna o yazdığı mektubu bırakıyordu, ben oradan alıp Eylül’ün yazdıklarını okuyordum. Benim bıraktığım mektubu da Eylül, oradan alıp okuyordu.

Üç yıl arkadaşlık ettik, ortaokulu bitirip mezun olduk. Lisede okullarımız ayrıldı.

Fişlenmiştik, komünisttik ya, Uşak Lisesine kayıt yaptıramadık.

Ben Kütahya'ya gitmek zorunda kaldım. Eylül Uşak'ta kaldı. Bir müddet mektuplaştık. Sonraları mektuplarıma cevap gelmez oldu. Ulubey’e geldiğim bir gün Eylül’e buluşmak istediğimi, ortak bir arkadaşımız vasıtası ile ilettim.

Gelen cevap çok ilginçti. Eylül, kendi el yazısıyla gönderdiği mektupta bir daha benimle görüşmek istemediğini, aramızdaki ilişkinin bittiğini ve bir daha kendisini rahatsız etmememi, böylesinin ikimiz içinde daha hayırlı olacağını yazmıştı.

Bugün hala bilmiyorum, o arada ne olduysa oldu. Bunu hiçbir zaman öğrenemedim.

Takvim yaprakları, o gün de 12 Eylül'ü gösteriyordu.

Araya kimleri koyduysam, ne yaptıysam olmadı.

Eylül, hiçbir çağrıma cevap vermedi. Bir daha görüşemedik.

Bir anı olarak bugüne kadar benimle birlikte yaşadı.

12 Eylül’ü sevmiyorum.

Diğer Yazılar