KİLİT

Memnuniyetsizliğin kökeni yoksulluğa dayanıyor. Geleceğin belirsizliğinin yanı sıra insanı ve toplumu umutsuzlukla sarmalayan büyük ve yorucu bir yoksulluğa.

 

            Neden bazı ülkeler diğerleriyle karşılaştırınca böylesine yoksul? Onların da müreffeh bir ülke olmasını engelleyen ne? Bu yoksulluk kalıcı mı yoksa geçici mi?

 

Hiç düşündünüz mü? Yoksulluk ortadan kaldırılabilir mi?

 

Konuya dair düşünmeye başlamanın basit yöntemlerinden ilki insana dokunmaktır, onu dinlemek, anlamaktır. Bunu sık sık yapıyorum. Bu sefer de yeni bir yıl vesilesiyle umutlarını, hayallerini dinlemek istedim.   

 

Hafta sonunu kapsayan birkaç günün ardından maalesef bir kere daha anladım ki; umutların, hayallerin ötesinde insanlar yozlaşma, baskı ve kalitesizlikten (özellikle eğitimde) yana dertliler.

 

Değişmesi zorunlu yozlaşmış bir sistemde siyasi yolsuzluklar, kamu hizmetlerinin yetersizliği (kaynak savurganlığı) ve fırsat eşitliği konularındaki adaletsizlikte hemfikirler.

 

Gençler özellikle baskıdan ve aldıkları eğitimi kullanamamaktan, karşılığının olmamasından şikayetçiler. Buna derinden hissettikleri sosyal adalet yokluğu ve görmezden gelinmeyi de ekliyorlar.

 

Çalışanlar çalışma şartları başta olmak üzere içine düştükleri açmazda batılı ülkelerdeki çalışanların (ve varsa akrabalarının; Almancı…vb.) sahip oldukları haklara imreniyorlar. Hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı karşısında asgari ücretteki değişimi dahi halihazırda gelen ve gelecek zamları göz önüne alınca beyhude buluyorlar.

 

Emekliler sorunların kökeninde siyasal nedenlerin yattığının farkında. Onlara göre karşılaştıkları her türlü ekonomik sorun siyasal gücün küçük bir azınlık tarafından tekelleştirilerek kullanılmasından kaynaklı. Değişmesi gereken ilk şey siyasi tercihler.

 

Akademisyenler nezdinde geri kalmışlığın temel sebepleri içerisinde yeteneksiz, beceriksiz ama hırslı (gözü negatif hırs bürümüş) ve eğitimsiz yöneticilerin elinde etkisiz kalmış yönetim modeli ilk sırada yer alıyor. Yöneticilerin, ülke ve insanlarını refaha ulaştırmak adına ne yapılması gerektiğini bilmedikleri gibi geçmişte ve halen uygulanan yanlış politikalar ile stratejiler izledikleri görüşündeler. Israrla ve süreklilik arz eder biçimde uzmanlarından; doğru danışmanlardan doğru tavsiyeler alınmadığını da belirtiyorlar.

 

Ev hanımı, esnaf, serbest meslek erbabı ya da iş dünyası temsilcilerinin de acil talepleri siyasal değişimi vurguluyor.

 

Oysa toplum sırtından bal tutup parmağını yalayan yönetici azınlık; ülkenin ekonomik problemlerini anlamaktan uzak ve ilgisiz duruyor. Onlar masallarla küplerini doldurmaya devam ededursun…

 

Kendisini hiçe sayılmış gören büyük çoğunluk, siyasi elitin edindiği servetten o denli rahatsız! Birileri hamutu ile götürürken kendine reva görünene bakınca aslında kaybedenin kendi olduğunun artık bilincinde.

 

Pek çoğu yoksulluğun coğrafya tarafından belirlendiğine inanmıyor, kabul etmiyor. Bunun da ötesinde ekonomik gelişme ve zenginliğin kültürel özelliklerden miras geldiğine ya da refaha kavuşturacak iş ahlakından yoksun olunduğuna da katılmıyor.

 

Öğretilmiş çaresizliği kabullenmiyorlar ve ezber bozmaktan yanalar.

 

Siyasal yapının temelden değiştiği; elitlerin devrildiği geniş kitlelere ekonomik fırsatlar yaratmaktan ve bunları genişleterek zenginleşmiş bir toplumdan, doruğa ulaşmaktan bahsediyorlar. Yetkinlik ve yeterlilik sahibi yöneticiler tarafından yönetilen kurumlarla ülkeyi ve kendilerini yeniden güvende hissetmek onların aklındaki.

 

Dizginler artık onların elinde. İşleyişi değiştirmek her ne kadar güçse de sıradan insanlar siyasal güçlerinin farkında.

 

İşte genci olgunu, kadını erkeği, alevisi sünnisi, doğulusu batılısı, akı kırmızısı hepsi aynı şeyi istiyor: milyonlarca insanın hayatının daha iyiye götürülmesi.

 

Yoksul bir toplumun zengin bir toplum haline gelmesi için gereken siyasi dönüşüm elbette mümkün.

 

Zengin toprakların fakir insanları olmayı hak etmiyoruz!

Diğer Yazılar