NEREYE PAYİDAR?
Bilgesu Erenus'un yazdığı bir romandır Payidar. Erenus, daha önce Nereye Payidar? Adında bir oyun yazmıştı. Toplumsal konulara karşı duyarlı olan insanlar, oyunun oynandığı zamanlarda uzun süre Nereye Payidar? Sözünü dillerinden düşürmemişlerdir. Bu sözün yaygınlaşmasında tanınmış müzik sanatçıları Timur Selçuk ve Çiğdem Talu'nun aynı adlı müziklerinin de payı vardır. Bilindiği gibi müzik, insanların toplumsal konulara daha duyarlı hâle gelmesinde önemli bir etkendir. Bilgesu Erenus bu oyunu birde roman olarak anlatmayı denemiştir. Payidar romanı okunduğunda, oyunu kadar başarılı olduğu görülecektir.
Romanın konusu işçilerin direniş çadırında geçmektedir. Kahramanlar Payidar kız, Dursun Ali, Savaş, Barış, Süheyla, Ayla ve Halûk’tur. Adı geçen kahramanlar, kendi aralarında sorunlarını konuşmakta ve tartışmaktadır. Bu konuşmalarda kahramanların kendi yaşamları gözümüzün önüne gelmekte. Hepsi bir işletmede çalışmaktadır, işletme yöneticileri tarafından çok sık denetlenmekte ve göz açtırılmamaktadır. Çalışanlar kendilerini sıkı bir cendere içinde hissederler; kendilerine ayıracakları zaman çok sınırlıdır. Bu sınırlı zamanda, kendilerini geliştirebilecekleri fırsatları da olmaz.
Burada her şey işletmenin yararına olarak düzenlenmiştir, üretilen malların satışı artırılmalıdır. Müşteri memnuniyeti işyeri için her şeydir. Çalışanlar güzel giyinmelidir, müşteri karşısında somurtmamalıdır, her daim gülümsemelidir. Bu istenilenler her çalışanın yapabileceği, üstesinden gelebileceği bir şey değildir.
İşletme yöneticilerinin bu buyruklarından sıkılan, bazen dikleşenler de çıkar. İşletme yöneticileri, dikleşenlerin zamanla başka çalışanlara da örnek olabileceği kaygısı içindedirler. İşyerinde haksızlıklar karşısında boyun eğmeyen, örgütlenmeye çalışanlar da olur. Bunlar fark edilince kapının önüne konulur. Çalışanların bir araya gelmesi, sorunlarını tartışıp değerlendirmeleri, hak ve adalet arayışları engellenmeye çalışılır. Türlü oyunlarla çalışanların kendilerine yabancılaşmaları için ne gerekiyorsa yapılır.
İşletme yöneticileri çalışanların yaşadıkları sıkıntıları görmezlikten gelir. Çalışanlar sorunsuz olarak düşünülür, sorunlarıyla işyerine gelmemeleri istenir. Onlara sürekli söylenen “ sorunlarınızı dışarıda bırakın, öyle gelin “ denir. Bunun mümkün olmadığı direniş çadırında konuşulur, değerlendirilir. Bu tartışmalarda işverenin bakışı ile çalışanın bakışının aynı olmadığı ortaya konulur. Çalışanların tartışmalarında yavaş yavaş sınıfın yanında olma isteği ortaya çıkar. Çalışanlar için emekçi sınıfın yanında olmak, bu yolda uğraş vermek, yaşamsal bir değer taşır.
Romanın kahramanlarından Dursun Ali, aralarında en deneyimli olanlardandır. Dursun Ali direnişlerde, hak alma mücadelelerinde, en önde olmasa da kavganın göbeğindedir. Sendikal mücadelenin içinde olanlardan bazıları Dursun Ali’yi küstürürler, içine kapanmasına neden olurlar. Dursun Ali her şeye karşın kavgadan ayrı durmaz.
İşletmede çalışan Savaş, Barış, Halûk kendilerini doğrudan mücadelenin içinde bulurlar. Yaşam bu doğrultuda yürümeleri için elverişlidir. Çalıştıkları yerde örgütlenmenin tamamlanması, çalışanların birliğinin sağlanması, mücadelenin başarıya ulaşması için ellerinden geleni yaparlar. Mücadelenin içinde zaman zaman hatalar da yapılır. Bu hataların giderilmesi, düzgün adımların atılması önemlidir. Deneyimli işçi Dursun Ali uyaracak olur, tepkiyle karşılaşır: Hatta pasiflikle suçlanarak küçümsenir, önemsenmez. Oysa Dursun Ali gibi insanların birikimlerinden yararlanılmalı, deneyimleri yabana atılmamalıdır. Dursun Ali'nin önemi hemen anlaşılamaz, mücadelenin seyri içinde ortaya çıkar.
İşletmede kasiyer olarak çalışan Süheyla'nın davranışları, kendi haklarının bilincinde olarak hareket etmesi, kuşkuları üzerine çeker. Süheyla sonunda işten atılır; yerine Payidar getirilir. Süheyla'nın eşi Halûk da sendikanın örgütleyicilerindendir, onun da durumu iyi değildir, işten çıkarılacaklar arasındadır. Bu duruma düşen insanların hâllerini bir düşünün. En temel ihtiyaçları giderilemez, sıkıntılar birbiri arkasından sökün eder. Bu durumdan çok bunalan Süheyla ile eşinin şiddetli kavgalara giriştikleri de olur. İşte insanların başına gelebilecek en büyük düşman “ işsizlik “ başlarına gelmiştir. Çok zor bir şeydir, ancak çekenler bilir.
Payidar bu işyerinde çalışmaktadır; işyerindeki sendikal mücadeleden haberdar olmasına karşın mücadelenin dışında kalmaya çalışır, herkes direnişteyken, o işinin başında olur. Payidar mücadeleden yan çizerek rahat edebileceğini düşünür. Arkadaşlarından uzak durur, onların karşısında yer alır. İşletmenin adamlarıyla beraber olur, süslü hayatların içine dalar. Payidarın bu tutumu ailesi tarafından bile olumlu karşılanmaz, yadırganır. Bir işçi karısı olan annesi tepki vermekte hiç gecikmez. Bu işçi ailesindeki bireyler farklı görüşlere sahiptir, tutarsızlıklar içinde ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içindedirler. Ağabey Yavuz çalışanlardan yana olan bir üniversite öğrencisidir. Bu yanlı tutumundan dolayı bedel de ödemiştir. Diğer erkek kardeşi de çalışanların hak mücadelesine karşı konumlanmış, yanlış yerde duran bir gençtir. Zaman zaman bu erkek kardeşler tartışırlar, anne tartışmaların kırgınlığa varmaması için araya girer. Ana yüreği işte, hiçbirinden vazgeçmez. Çocuklarının arasında hep denge olmaya çalışır. Ana duygularıyla, sezgileriyle çalışanların bu mücadelede haklı olduklarını fark eder.
Bu mücadeleye, direnişe destek veren öğrenci kız Eylem, direniş çadırında eleştirel bir davranış içine girer. Eleştirmesine karşın direnişi destekler. Bir baskında Eylem direniş yerinden alınır götürülür, gözaltına alınır. Bir süre gözaltında kaldıktan sonra Eylem sendikal mücadeleye destek olmak için direniş çadırına gelir. O sırada Dursun Ali oyun şeklinde direnişi anlatmaktadır. Anlatılanlarda mücadele edenlerin yaşamları, hangi zorluklarla karşı karşıya kaldıkları göz önüne getirilmektedir. Dursun Ali anlatırken olaylara bir tiyatro havası da vermektedir. Bu sefer Eylem anlatılanları sonuna kadar dinler, dinlerken de gülümseyerek onları onaylar.
Bu iş, ekmek ve hak alma mücadelesinden romanı okurken şöyle bir sonuç çıkarılabilir. Çalışanların da sanata, bilgiye, okumaya, boş zamana ihtiyaçları vardır. Sanat çalışanların yaşamında olmalıdır, yoksa sanatsız bir yaşam çekilmez bir hâle gelir. Çalışanları sanatsız bıraktığınız zaman, heyecanlarını, yaratıcılıklarını da yok edersiniz. Heyecansız bir yaşam, herhalde çekilmez bir şey olur. Sanatla yoğrulan, sanata zaman ayırabilen emekçiler, hayata daha sıkı sarılır.
Ki bundan kırk yıl önce çalışanlar sanata ihtiyaç duyuyorlardı, zaman ayırıyorlardı. Sanatın onlar için de gerekli olduğu biliniyor, tartışılıyordu. Günümüzde ise çalışanlar sanatsız, buna hiç ihtiyaç duyamadan yaşayıp gidiyorlar. Oysa sanat insana heyecan verir, yaşama sevinci verir, hayal dünyasını zenginleştirir. Sanatın, insanın içinde yaşadığı durumun sıkıntı verdiğini, bundan kurtulmak gerektiğini, başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşündürtmesi gerekir. Yoksa sanat fındık, fıstık, çerez cinsinden eğlencelik bir şey olur.
Bu roman toplumsal üretim ilişkileri içindeki insanın kendi üretimine yabancılaştığını anlatmaktadır. İnsan ürettiği malın yakınından bile geçememektedir. Kazancıyla ürettiği malı alamamakta, ancak mağaza vitrinlerinde seyretmektedir. Bu toplumsal düzende satın alma gücüne sahip olanlar değer görmekte, gücü olmayanlar insan bile sayılmamaktadır. Her şey müşteri satıcı ilişkisine göre değer bulmaktadır.
Roman insanın kendine yabancılaştığını, bu yabancılaşmadan kurtulmadan belini doğrultamayacağını anlatmaktadır. İnsan kendine yönelik sorular sormalı, kendisi olmaya çalışmalı, bağımsız bir gelişim çizgisi izlemelidir. Romanda “ çalışanlar din, mezhep, etnik köken farkı gözetmeksizin birliğini sağlamalıdır. “ iletisi verilmektedir. Toplumsal çürümeden, ahlâkî yozlaşmadan kurtulmanın yolu, çalıştıranlar nasıl birlik halindeyse, çalışanların da kendi birliklerini sağlamlaştırmalarının gereğini vurgulamaktadır.
Bu iki yüz sayfalık roman daha aklımıza gelmeyen pek çok konuyu ele almaktadır. Okuyanlar, başka aklımıza gelmeyen noktalar da yakalayabilir. Bu da okuyanın kültürüne, bilgisine, algı gücüne bağlıdır. Burada anlatılanlar ülkemizde yaşananların gerçek hikâyesidir.
Diğer Yazılar