BAYRAMYERİ VE Z KUŞAĞI

Cumartesi sabahları Kaleiçi çeperinde yer alan, bilmeyene gizli ama bana tanıdık ve ufacık yokuşta çay içmeye bayılıyorum. Yokuşun aşağı köşesinde, göz dinlendiren ve meraklısı için mutluluk kaynağı olan eski usul camekanlı tatlıcının, tüm personeli ile gerçekleştirdiği haftalık temizlikteki yoğun ısrar ve detaycılık beni şaşırtıyor. Bazen iki üç ufaklık geliyor ve camekanda sergilenen rengarenk tatlılara büyülenmiş gibi bakıyorlar, zaman onlar için yavaşlıyor, gözleri heyecanla parlıyor ve sanki bir rüyalar alemine düşmüşlercesine yerçekiminden beri kalıp o lezzetlere dair kanatlı hayaller kuruyorlar.

Aynı büyülenmiş hali geçen büyük ve modern bir alışveriş merkezinde de gördüm. Fakat bu sefer üniversite yaşlarında iki oğlan ve bir kız, son model cep telefonları satan bir teknoloji mağazasında belirdiler. Herhalde çok iyi fotoğraf çeken telefonlardan birine yaklaştılar ve onlar da, sanki bu dünyadan bağımsız kalmışçasına, cihazı hayranlık dolu bakışlarla izleyip, birbirlerine bir takım gizemli sözler söylediler. Bir tapınakta toplanmış ve liderlerinin doğaüstü özellikleri olduğuna körü körüne inanmış efsunlu müritler gibiydiler.

İşte bu Z Kuşağı dedikleri olsa gerek.

Z KUŞAĞI'NA İLK UYARI

Onları küçümsemek için bir bahane bulmuş olmanın keyfini sürecektim ama aniden kendi gençliğimi hatırladım. Bizim (adı her neyse) kuşakta da bir takım kıyafetler mesela kutsallaştırılmıştı. Örneğin ben lisedeyken yabancı bir kot pantolon markasına büyük bir saygı ve hayranlık duyuyorduk. Onu giyersek daha güçlü, daha akıllı ve daha havalı hissediyorduk. Demek suç tamamen bizde ya da Z Kuşağı’nda değil. Bir süreç, etkilenmeye açık yaştaki çocuklara ya da gençlere belirli ürünleri zerk ediyor ve güçlü, havalı, zeki ya da farklı olmanın anahtarı olarak sunuyor. O halde; siz teknolojinin içine doğdunuz, siz dijital dünyanın çocuklarısınız, siz şöyle haberdarsınız, böyle farkındasınız, sizler şu şekilde işlerde çalışacaksınız çünkü yeni iş modellerinin canavarlarsınız. Bunların hepsi palavra olabilir mi çocuklar? Bu başınıza sürekli kakılan söylemler ve daha nice çevrimiçi iş modelleri; o ve bu ve daha neler neler… Acaba, bunlar size o cihazları ve teferruatlarını satmak için uydurulan palavralar olabilir mi? O cihazların üretildiği fabrikalardaki mavi yakalı düşük maaşlı işler olmadan, peki nasıl edineceksiniz bu aygıtları? Şu ki, düşük maaşlı işlerde çalışın demiyorum, ama reel işleri de bu kadar küçümsemeyin, sizin sanal dünyanız da dahil hayat halen gerçek işler üzerinden ilerliyor, demek istiyorum. Yüz binde bir tanenizin para kazanabileceği bir işi, sanki orada hepiniz için bol bol ekmek ve gelecek varmış gibi anlatıyor olamazlar mı?  

Bayramyeri Camii önündeki banklarda oturarak temiz gökyüzünü izlerken, hadi biraz yürüyeyim hevesi geliyor. Meydandan bir sarmaşık dalı gibi hastane yönüne tırmanan, telaşe müdürü insanlar ve arabalarla dolu o caddeye sapıyorum. Mimarisi pek zeki, iç içe ve üst üste beyzi (oval) galerilerle bezeli o eski hanlardan birine atıyorum kendimi. Hanın girişinde hissedilen köklülük ve eskilik kokusu, üst katlara doğru daha bir çağdaş zanaatlar ile dengeleniyor. Neşeli seslenişler dükkandan dükkana, kattan kata mekik dokuyan bir ahenkli memnuniyet hissini hanın duvarlarına kazıyarak, nesneleri ve insanları şekillendirme gücüne sahip süregelmiş ve süreğen bir ruhu oluşturmaya devam ediyor. Fakat ben fakir, hanın en alt katındaki çay ocağına yöneliyorum ve orada bir kekik söylüyorum. O caddenin köklü tacirlerinden bir adam ve kardeşi bir kadın konuşuyorlar yanımda. Çocuklarının aile işlerini devam ettirmek istemediklerinden bahsediyorlar. Hatta bırakın işi devam ettirmeyi, ara ara dükkana yardıma gelmeyi bile kabul etmiyorlarmış. Onlar üniversite okuyorlarmış ve farklı işler yapacaklarmış. Üniversite okumaları gurur verici, diyorlar, ama neden üniversite sonrası ailelerinin işlerini geliştirmek istemediklerine, şaşırıyorlar. Çok dertliler, çünkü hayatı enikonu tanımış bu kıdemli tacirler çocuklarının geleceği için endişeleniyorlar.

Z KUŞAĞI'NA İKİNCİ UYARI

Bayramyeri şu anda Denizli’nin keyfini, olduğunca ve olabildiğince, sürdüğü zenginliğin pınarıdır. Şehir ta yüzyıllar öncesinde filiz veren, Ahi Sinan’ın katkıları ile güçlenen ve günümüze kadar koca bir çınar haline gelerek ulaşan üretim ve ticaret merkezi olma geleneğini Bayramyeri’nde canlı bir abideye dönüştürmüştür. İzmir Yolu’na bakan kocaman, çirkin, eski, yorgun hanların kararmış odalarında dönen umut dolu makaralar. Kaleiçi’nde saca ve demire şekil veren ustalar. Meydanın etrafını saran kılcallardaki envaı çeşit ticarethanelerin “yok yok burada” tavrı. Deri, kumaş, abiye, çamaşır ve sayıya gelmez iş kolunda faaliyet gösteren imalathane ve mağazalar. Tüm bu mekanların içinde şaşmaz bir ustalıkla işleyen esnaf ve zanaatkarlar. Özetle, Denizli’yi Denizli yapan çekirdek Bayramyeri’nin ta kendisidir. Ve şehrin çeperlerinde, tüm dünyanın imrenerek baktığı, dünyaya kafa tutan devasa fabrikaların (yabancı işçi çalıştırma düşkünlüğüne bir çekince koyuyorum) birçoğu Bayramyeri ekininin yetiştirdiği insanlar tarafından kurulmamış mıdır?

Bu sözler gençler için bir mana ifade etmiyorsa, şöyle söyleyeyim o halde çocuklar; bindiğiniz lüks arabalar, üzerinizdeki Paris ya da Londra’dan gelen kıyafetler, okuduğunuz pahalı üniversiteler ve elinizin altındaki kıymetli her şey… Hepsi işte Bayramyeri sayesinde.

Asla bir mühendis, bir avukat ya da doktor veyahut öğretmen ve benzeri temel branşlarda meslek sahibi olmak isteyen ve bu yolda ilerleyen gençlere, gelin de Bayramyeri’nde baba işini sürdürün, demem. Bu çok saçma olur. Para ve zenginlik; topluma çok faydalı bir meslek sahibi olmak söz konusu ise, hemen ikinci plana düşer. Fakat ne oldukları biraz belirsiz, isimleri yakışıklı kelimelerle başlayan ve kabul edelim elle tutulur bir meslek kazandırmayan bir dolu yüksek öğretim programından birinde okuyorsanız, bence size tüm bu imkanları sunan geleneksel Bayramyeri iş kollarına da ilgi göstermelisiniz. Çok şanslı çocuklarsınız çünkü sizden öncekiler güçlü bir gelenek ve ticaret kurarak  büyük bir altyapı oluşturmuşlar. Madem şanslısınız, bari bu şansı kullanın. Yapmanız gereken, okuduğunuz bölümlerde edindiğiniz bilgileri ve öğrendiğiniz tüm faydalı verileri Bayramyeri’ndeki geleneksel ticarete uygulamak. Yeni nesil yani sizler Bayramyeri geleneğine eklenip onu güçlendirmezseniz, Denizli’nin geleceği de çok parlak olmaz; en kötüsü de, size kalmaz. Tıpkı Antalya’da ya da İzmir’de elindeki toprağı değerlendi diye satıp da, hayatın ilerleyen dönemlerinde boğaz tokluğuna yaban işlerde çalışmak zorunda kalan insanlar gibi olma rizikosu var.

Ben Denizli’yi biraz Las Vegas’a benzetiyorum. Horozlardaki kumar oynama platonik (karşılıksız) aşkından bahsetmiyorum, yo, o başka bir acıklı-gülünç hikaye. Nasıl Vegas’ı kuranlar çölün ortasında, hiç olmaz denilen bir yerde “zararlı da olsa” bir fikir ile devasa bir para makinesi ve şehir oluşturmuşlarsa, Denizli halkı da aşağıda Antalya ve yukarıda İzmir gibi iki şans şeytanına rağmen, bu ikisinin de üzerinde bir kültürü, ticareti, üretimi ve yaşantıyı kurmayı başarmış. Şimdi sizlere düşen görev, tüm ülkeye ve dünyaya mal satan, size güzel ve rahat bir yaşam hediye eden bu şehrin geleneksel çekirdeğine yabancılaşmamak. O ruhu alıp hem daha güçlü ve rekabetçi hale getirmek, hem de özünü bozmadan çağdaşlaştırmak.  

BAYRAMYERİ ESNAFINA DA BİR TAVSİYE...

Gençleri çok hırpaladım farkındayım; o halde biraz da yaşlıları silkeleyelim. Bayramyeri esnafı da tabi ki, tamamen farklı bir dönemin düşünceleri ile yetişen bu nesillerden kendi geleneksel yöntemlerine körü körüne bağlı kalmalarını bekleyemez. Eğer, çocuklarınızın sizin işlerinizi devir alıp ilerletmelerini istiyorsanız, onlar iyice olgunlaşana dek “kabul edilebilir sınırlarda” hatalar ve deneyler tecrübe etmelerine izin vereceksiniz. Yani, siz şimdi Z kuşağından üniversite okuyan ya da bitirmiş kızınıza ya da oğlunuza “gel bakalım her sabah dükkanın önünü süpüreceksin” demeyeceksiniz; “dün çalışan kız süpürdü, bugün de sen süpürsen ne asil bir davranış olur” diyeceksiniz. Ya da çocuk, “baba ben internet üzerinden bizim ürünleri satmak için bir girişim yapmak istiyorum” derse, “o ne ya, olmaz o iş, boş iş bunlar” demeyeceksiniz, “maliyeti çok ağır olmayacaksa, anlat bakalım, mantıklı ise neden olmasın, deneriz” diyeceksiniz. Çaktınız değil mi?

SONUÇ

Rus edebiyat devi Dostoyevski bir romanında der ki: “Rusya’da bir nesil çılgınca çalışıp bir servet yaratır, ikinci nesil sadece o serveti tüketerek yaşar ve sonraki nesil de sürünür.” Ben Denizli’nin şanslı ve bahtı açık çocuklarına diyorum ki; en iyi eğitimleri alın, dünyayı görün, serüven peşindeyseniz biraz serüven de iyidir.  Ama edineceğiniz mesleki ve kültürel birikimleri sizi ve şehrinizi ayakta tutan Bayramyeri geleneğini güçlendirmek, dünyada sözü daha da geçen bir ekol haline getirmek ve geleceğe çok daha çağdaş, rekabetçi hem gene de özgün bir Bayramyeri bırakmak için kullanın. Duayenlerin yüzyıllardan süzülerek gelmiş ticari/mesleki bilgi birikimlerini de asla yabana atmayın. Bu tavır sizi ve sizden sonraki nesilleri güçlü, asil ve saygıdeğer kılacağı gibi, Dostoyevski’nin sözünü ettiği felaketlerden de uzak tutacaktır.

Esen Kalın.

Hamiş: Camekandaki tatlılara bakakalan ufaklıkları bu yazıdaki eleştirilerden beri tuttuğumu eklemeliyim; o kadar da değil canım.

Diğer Yazılar