DENİZLİ’DEN KISA KISA

Bir süredir Denizli Dağları’nda geçen; hem hakikaten kentimizle ilgili görüş ve düşünceler kadar bolca gerilim/korku ögeleri de barındıran bir olayı kaleme almaya uğraşıyorum. Gerçekten üslup ve anlatı akışı açısından zor bir iş; o yüzden de zaman alıyor. Yayın yönetmenim Osman Nuri Boyacı’ya bu fikri ilk açtığımda, kendisinin “şahtı şahbaz oldu misali, Murat hafif deliydi zırdeli mi oldu acaba” gibisinden düşüncelere kapıldığını da sezinledim. Neyse, gene de ben bu heyecan dolu yazıyı en kısa sürede bitirip sizlerle paylaşmak istiyorum fakat o süre zarfında aşağıdaki çerezlikleri idareten kabul edin Sayın Horozlar.
Denizli İzmir Gibi Olmasın Aman!
Geçen bir langırt turnuvası için İzmir’e gidip kupayı alıp geldim. Fakat uzun süren üniversite veyahut daha doğrusu haydutluk yıllarımın geçtiği İzmir’in geldiği nokta beni çok üzdü, beis ve yeisler içinde kaldım. Üç beş yıl öncesine kadar ülkemizin büyük bir modası olan “dik gökdeleni ey vatandaş kim tutar şu coşkun kibrinle seni” deliliği, ne yazık ki Ege’nin İncisi haklı unvanını taşıyan bu şehrimizi bir garabete ve uyumsuz bir melanete sürüklemiş. Bir gökdelen çirkin mi çirkin ve onun yanında şahidi bir çimento fabrikası yetmedi geleneksel bir mahalle de bu gudubetlerin tam dibinde… İşte yeni İzmir’in üç aşağı beş yukarı özeti. Salt müteahhitleri suçlamamak gerek, “İzmir’de Yaşam Ah Mars’ta Yaşam Kadar Çağdaştır” şiarıyla Türkiye’nin her yerinden İzmir’e hücum eden heveskar nüfusun da bu rezalette payı var tabi. Çadır kentlerde oturacak halleri yoktu herhalde şu şehir değiştirerek sınıf atlama peşindeki insancıkların. Her yer aniden ortaya çıkmış ve geleneksel İzmir yerleşimlerini berbat etmiş gökdelen, çirkin apartman, site ve nüfusla dolu. Böyle bir akın bir kez başladıktan sonra, ne belediye başa çıkabilir ne de valilik açıkçası. Ha, has İzmir ruhunu temsil eden Basmane veyahut İkiçeşmelik gibi semtlere yerleşmiş bir dolu yabancı uyruklu “ayrık” nüfusu ise hiç saymıyorum bakın, o ayrı bir muamma.
Şimdi benim Horozlar’a erken uyarım şu ola ki; olur da ülkenin ekonomik durumu üç beş yedi ya da olmadı yetmiş seneye düzeliverirse, sakın İzmir’in düştüğü hataya düşmesin bu güzel şehir. Yani kentimizin ne klasik semtlerini ve dokusunu iğreti gökdelenlerle mahvedelim ne de “Denizli’de Yaşam Ne Güzel” yaygarası ile kaldırabileceğimizden fazla bir nüfusu başımıza bela edelim. Bunu başarmak için, hem belediyeler hem de mülki idareler gerekli önlemleri “önceden” almak durumundalar ve yurttaşlara da çokça iş düşüyor; şöyle ki, sakın fazladan 2 ya da 3 dairem olacak diye süregiden nitelikli yaşamlarınızı ziyan etmeyiniz. Son pişmanlık fayda etmez, sabah sokakta selamlaştığın güvenilir komşun artık olmadıktan sonra ya da evinden çıkınca ilham veren Başkarcı seyrini heyula bir çirkinlik kapattıktan kelli, fazladan iki daire inanın üç beş ay sonra kel başa şimşir tarak kadar anlam ifade eder, o kadar. Ne diyorduk, biz bize yeteriz.
Esnafların Başkan Nuri Çavuşoğlu ile İlgili Bir Düşüncesi
Artık bildiğiniz üzere gezegen bir adam olduğum için şu şehrin tüm semtlerinde çimlenirim. Böyle olunca envaiçeşit insan ve esnaf ile söyleşme olanağım oluyor. Konu dönüp dolaşıp Çavuşoğlu’nun icraatlarına da geliyor. Genel olarak esnaf, başkanın icraatlarının mantıklı ve güzel olduğunu düşünse de bana sık sık bir üslup sorunundan bahsediyor. Yani Türkçe yazarsam, “başkan çok kaba davranıyor icraatlarını bizlere uygulatırken” diyorlar. Örneğin, kaldırımlarla ilgili uygulamanın doğru olduğunu düşünüyorlar ama bunun kendilerine makul bir süre tanınarak tebliğ edilmemesinden ve bir sabah aniden cüsseli zabıta ekipleri tarafından yıldırım savaşı (blitzkrieg) taktikleri ile devreye alınmasından şikayetçiler. Yani başkanın icraatları genel olarak alkışlansa da, gerçekleştirme aşamasında biraz daha nezaket talebi var çarşı pazarda. Tabi ben detayları bilemem, kendim ne esnaflıktan anlarım ne de kamu yöneticiliğinden (ikisini de ömrüm boyunca hiç de merak etmedim açıkçası); ayrıca esnaflarımızın bu iddialarının gerçeklik payını da araştırmış değilim. Yalnızca derbeder yürüyüşlerim sırasında çok sık duyduğum bu argümanı sizlere (okursa Çavuşoğlu’na da) aktarmaktan ibarettir benim görevim.
Subaşıoğlu’nun Faydalı, Ne Var Ki Akıntıya Kürek Çekişi
Ak Parti İl Başkanı Subaşıoğlu’nun icraatlarını da yerel basından ara ara takip ediyorum. O bu çok kritik, Ege’nin kalbi ve Türkiye’nin itici güçlerinden biri olan kentte iktidarın temsilcisi olarak birçok işe imza atıyor ve atmaya çalışıyor. Bir yandan da CHPli belediyelere dönük etkin bir muhalefet yürütüyor yani elinden geleni yapıyor hatta yapması gerekenin üzerinde işler çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Fakat sokakta yani genel olarak insanımızda (galiba ülkenin ekonomik durumu çok zorda iken patlayan şu soruşturmalar ve tutuklamalar sonrasında çarşı pazarın aldığı hasar ile üstüne 2nci Çözüm Süreci şokları sebebi ile) öyle bir ruh hali hakim ki, ne yazık ki tüm o icraatlar insanlara dokunamıyor veyahut en azından insanların içinden alkışlamak gelmiyor. Sanki gemide devasa bir delik var ve diğer tüm yama, geliştirme ve düzeltme çabaları o delik kapanmadığı sürece neye yarar gibi bir umutsuzluk sarmış toplumu. Ak Parti buna da dikkat etmeli yani insanlara tekrar umut aşılamayı da güzel otoyollar ya da kavşaklar inşa etmek gibi önemli addetmeli kanımca. Nasıl yaparlar, o onların bileceği bulacağı iş. Tıpkı Çavuşoğlu’na yukarıdaki mesajımdaki gibi, elçiye zeval olmaz demeliyim, ben gördüğümü yazarım ve siyasetçi de benim gördüklerimi ister dikkate alır ister almaz.
Orman Yangını Sezonu Açılıyor Dikkat!!!
Geçen yaz, bilmem biliyor musunuz, bize çok ağır bedeller ödeten ve ülke hatta dünya gündemine dahi başlık olarak düşen bir büyük orman yangını ile mücadele ettik. Ben o yangının söndürülme çabalarına şahitlik ettim; o dağ savaşı sırasında insanların çektikleri sıkıntılar ile kaybettiğimiz tabiatı ve iktisadi değerleri de yazdım. Şimdi Mayıs ayını epeyi ıslak dokunuşlar ve sonbahar romansları ile bitirsek de önümüz kavurucu bir yaz. Şu fakir, bildiğiniz üzere kah tırmanış kah yürüyüş olsun ormanlarda dağlarda bol bol dolanan münzevi ve meczup bir yazardır. Fakat kendi halime ağlamaya fırsat kalmıyor çünkü üzülerek görüyorum ki, geçen seneden bu yana pek bir ilerleme kaydedememişiz. Ormanlık alanlara atılan inşaat molozlarından tutun da bira kutularına, pet şişelere kadar o klasik vurdumduymazlık gene yerli yerinde. Bir kez bu umursamazlık varsa, geçen sene dağlarımızı yani cana can katan havamızı yakıp yok eden canavar; bir piknik, bir cehalet, bir izmarit, bir iki saatlik keyif her ne ise yani bir adamsendecilik sebebi ile bu yaz gene karşımıza dikilebilir. Bir gün yangın üç tarafı orman ile çevrili Çamlık’ı kül edince ya da güzeller güzeli Gerzele’yi kurşuni bir yozluğa mahkum edince veyahut Sevindik’ten yemyeşil sırtlar yerine cansız ve pastel bir utancı izlemek zorunda kalınca mı akıllanacağız? Ormanlarda ve dağlarımızda bolca vakit geçirelim ve ne istiyorsak neden keyif alıyorsak onu yapalım ama “basit ilkokul bilgisi seviyesindeki yangın önlemlerini” ve ilgili resmi talimatları lütfen UMURSAYALIM ve umursamayanları da kibarca UYARALIM. Öteki türlü geçen yazın kıyametini tekrar yaşarız ve biliyorsunuz aynı hatayı iki kere yapınca ikincisinde ona artık hata denmiyor da… Çakozi?
Şimdilik bu kadar Horozlar.
Esen kalın.
Diğer Yazılar