KIYAMET ŞİMDİ - DOMUZ DERESİ
Sakarya Savaşı 22 gün 22 gece sürmüştü. Bir ölüm kalım meselesiydi. Denizli’de kendi yarattığımız canavar ile girilen savaş da 6 gün 6 gece sürdü. Temiz hava, şehrin güzelliği, vahşi yaşam ve devasa ekonomik kaynakların yok olma rizikosu eğer hayati ise, o halde bu da bir ölüm kalım meselesiydi.
İLK TEMAS
Yurttaşların yani bizlerin “kültürsüzlüğü” sonucunda ortaya çıktığına dair kuvvetli deliller olan canavar, yüzünü ilk kez Karcı Zirvesi’ne yakın bir yamaçta gösterdi. Denizli’den çoğu insanlar o dumanları gördüler. OGM (Orman Genel Müdürlüğü/Ormancılar) ekipleri bu ilk cepheye bir saati aşmayan bir sürede karadan müdahale etmeyi başardılar. Bu mıntıka, yolun bittiği noktadan itibaren 60 ila 80 derece eğime sahip bir yamaçtır ve masif kaya blokları ile çevrili vahşi bir coğrafyadır. Rakım iki bin metreler civarında seyreder ve insana sanki “Buradan git, burası senin için iyi sonuçlar doğurmaz“ diye her adımda fısıldar, hatta kulak tırmalar.
OGM ekipleri zirveyi çevreleyen ve gövdelerinin alt kısımları uğursuz meşalelere dönüşmüş devasa ağaçların altında, ayakta durmayı zorlaştıran bir eğimde, canavarla gündüzden akşama mücadele etmeye başladılar. Burada işin bitirilme şansı yok değildi. Su hortumlarının yangının kalbi olan alana çekilmesi teknik olarak son derece zordu. Ekipler yangını yalıtmak yani belirli bir alana hapsetmek için zeminde şerit açıyorlardı (yani belirli bir kulvardaki yanıcı zemin malzemelerini tırmıklarla uzaklaştırıp orada sadece toprak kalmasını sağlıyorlardı). Fakat yüksek eğim beklenmedik bir sonuç yarattı. Yanan alanlardaki irili ufaklı kütükler ve çeşitli kuru bitkiler (ve hatta orta büyüklükteki kaya parçaları) bir süre sonra, altlarındaki orman zemininin yanarak yok olması sonucunda, oldukları yerlerden ayrılarak büyük bir hızla aşağı yuvarlanmaya başladı. Yuvarlanan bu ateş topları, ormancıların açtıkları şeritleri aşarak, aşağıdaki alanların da tutuşmasına sebep oldu. Ekipler bu yeni ve hayati riskler de taşıyan durumda vuruşmaya devam ettiler.
Bu süreç iki güne yakın devam etti ama helikopter desteğine rağmen canavar zirvelerden aşağı doğru yavaş yavaş da olsa inmeyi başardı. Personel zaman zaman tehlikeli düşüşler yaşayarak ya da kaya tırmanışları dahi gerçekleştirerek bu ilerlemeyi hiç olmazsa yanlara doğru sınırlı tutmayı başardı. Yani yangının aşağı doğru akışına engel olunamasa da yanlara doğru genişlemesi engellendi. Dağcı olmayanlar pek bilmez, yüksek irtifa ve eğimlerde insanın nefesi çok hızlı tükenir ve kaslarına bir yokluk gelir oturur. Cicili bicili spor salonlarındaki çalışmalar ya da güzel parklardaki koşu antrenmanları ile aynı ligde değildir dağda hareket etmek. Kayalarda tırmanmak ya da dolanmak da affetmez riskler taşır. İki gün boyunca, ayakta durmanın bile zor olduğu alevli bir yamaçta bu mücadeleyi vermek gerçekten büyük bir güç, cesaret ve dikkat ister.
DOMUZ DERESİ...
Canavar aşağı doğru taarruzunu gerçekleştirdikçe, bu savaşın ana muharebe meydanı da ortaya çıkıyordu. Domuz Deresi Vadisi.
Bu vadinin sonu Gerzele semtine açılmaktadır. Vadi zirve sırtlarından çok sert bir eğimle yani çağlayanlar ile alçalır ve 700 metre irtifalardan itibaren Gerzele’ye doğru akmaya başlar. Fakat dar vadi tabanını iki yandan kuşatan ve alçalıp yükselerek şehre doğru devam eden duvarların eğimi de 60 derece ve üstüdür. Bu da yetmezmiş gibi, bu duvarlar yer yer kaya ama daha çok son derece kesif ve yol vermez meşelik, fundalık gibi orta boylu ve sert dokulu çalılıklarla bezelidir. Vadinin sona ermesine yakın son bir iki sırt ise yanmaya çok meyilli Kızılçam alanları ile doludur. Bu mevsimde vadi tabanında akan bir su yok. Basınçlı su tankları ve hortumları olan yangın söndürme kamyonları (yani arazözler) vadi tabanının en fazla dörtte birine kadar ilerleyebiliyor. Daha sonrası için bir aracın ilerleme şansı yok.
Düşman dip ya da örtü yangını olarak tabir edilen cinsten bir oluşum. Yani yaktığı alanlarda orman tabanını kavuruyor ama ağaçların üst kısımlarına nadir sıçrıyor (ormancı dilinde “tepe atmıyor”). Kısa boylu çalılıkları ise alevli bir şekilde yakabiliyor. Fakat yağmur olmasa da, mevsimden dolayı toprak ve bitkiler nemli olduğundan çok yoğun, boğucu bir duman oluşuyor.
OGM ekipleri, itfaiye ve gönüllülerin ileri karargahı Domuz Deresi Vadisi’nin girişinde kurulmuştu. Burası Gerzele’den içeri giren toprak yolun sonu oluyor; yani artık karşınızda sadece büyük kayalar ve ağaçlarla dolu dar ve kuru bir dere ile ona iki yandan bakan devasa yeşil duvarları görüyorsunuz. İleri karargahtan düşman da görülebiliyordu. Vadinin sonunda Karcı zirvelerine doğru dik yükselen duvardan aşağı ve yanlara doğru ilerliyordu. Sol tarafta henüz vadi duvarlarına sıçramasa da, sağ kanatta çoktan sıçramıştı.
Bu yangın bir hat şeklinde değildi. Bir alanın çeşitli noktalarından kendine baca noktaları açıyor ve duman salıyordu. İnsan baktığı zaman belirli bir alanda yeşilliklerin arasında tüten üç beş nokta yanıyor sanıyor ama işin gerçeği öyle değil. Yangın orman zemininde çok hızlı yayılıyor ama yukarıdan ya da uzaktan baktığınızda zemin görünmüyor sadece belirli noktalarda yükselen dumanlar görülebiliyor. Ancak tamamen tutuşan bir ağaç ya da büyük çalılık varsa kızıl alevleri fark ediyorsunuz.
OGM ekipleri planlamayı şöyle yaptılar; gönüllü dağcılar başlarında birer ormancı ile vadinin içinde ilerleyecekler. Belirli noktalardan vadi duvarlarına tırmanıp tırmıklarla şerit açma işini yapacaklar. Bu sayede yangının yukarıda ilerlemesi yavaşlatılacak. Helikopterler yukarıdan “bambi” denilen su tanklarını açarak yağmurlama gerçekleştirecekler. Dozer ve ekskavatörler ise vadi tabanında yangın kamyonlarının daha derinlere ilerleyebileceği bir yol oluşturmak için işe girişecekler. İtfaiye ve ormancıların bir kısmı dere yatağında kalarak aşağı seviyelere gelen canavarı basınçlı su ile durduracaklar. Vadinin duvarlarına hortum çekme fikri tabi ki ortaya atıldı; ama deneyimli ormancılar su basıncının yetmeyeceği ve ayrıca hortumun yükseldikçe eğimli ve engebeli zeminde yapacağı köşelerin patlaklara sebep olacağı uyarısında bulundular.
BÖYLECE BAŞLADI DOMUZ DERESİ MUHAREBESİ
Vadinin içinde ilerleyip belirli noktalardan duvarlara tırmanan dağcılar bu tırmanışın ne kadar zor ve yorucu olduğunu kısa sürede anladılar. Birbirine kenetlenmiş, kalın dalları olan ve insan boyunu aşan çalılıklar tırmanışı ancak sürünerek mümkün kılıyordu. Dağcılık deneyimi olmayan gönüllüler ise karşılarına çıkan ve teknik tırmanış isteyen kaya bloklarına takıldılar. Buna rağmen bazı ekipler yanmanın devam ettiği alanlara ulaştı ve çalışmaya başladı. Fakat kısa bir süre sonra, zeminden ilerleyen canavarın ekiplerin aşağılarına sarktığı ve onları çembere aldığı fark edildi. Ekip lideri ormancılar çok net bir ölüm riski olduğunu hesapladılar ve ekipleri derhal aşağıya vadi tabanına geri çektiler. Bu iniş operasyonunda da belirli bir alana dağılmış dağcıları toparlamak, güvenli bir şekilde indirmek, düşenleri ayağa kaldırmak, iki üç metre yakınınızda aniden kükreyerek yükselen alev sütunlarına rağmen sakin kalıp inmeye devam etmek… Bunlar çok korkunç dakika ve saatlerdi.
İŞ MAKİNALARI İTFAİYE EKİPLERİNE YOL AÇTI
Aşağıda ise iş makinelerinin usta operatörleri imkansızı başarıyorlardı. Alet ve el hep beraber işliyordu. Kocaman kayalar ve ağaçlarla dolu en fazla 3-4 metre genişliğinde bir vadi tabanını (dere yatağını) itfaiye araçlarının girebileceği (iyi kötü) bir yola çevirmek. 4 saate varan bu çalışma sonrasında itfaiye kamyonları artık vadinin neredeyse ortasına kadar ilerleyebiliyordu. Derhal, bu noktadan itibaren hortumları birleştirme işi yapılarak daha da ileri gidildi. Üzerinizdeki duvarlar üst seviyelerde cayır cayır yanarken, ağır hortumları sererek ve birbirine ekleyerek ilerlediğinizi düşünün. Böylece yangının en güçlü olduğu derinliklerde savunma pozisyonları alındı. Artık iyice aşağı inip vadi tabanına erişen alevlerle mücadele de başlamıştı. Helikopterler de yukarıdan su yağdırıyordu. Şimdi dağcılara verilen görev üst noktalarda değil alçak noktalarda yangının önünün şerit açılarak kesilmesi şeklindeydi. Alevler onları tehdit ettiğinde aşağıdan hortumla su desteği alınıyordu. Ormancılar duvarların yukarı noktalarından şehre doğru ilerleyen yangını durdurma görevini helikopterlere verdiler ve orta alçak duvar seviyelerinde yangınla savaşma işini kendileri üstlendiler. Yani yangın yerleşim alanlarına ulaşmasın diye, helikopterler tüm ağırlığı şehre ilerleyen düşman kolları üzerinde topladı.
SAVAŞ MEYDANI GİBİ
Vadi tamamen bembeyaz yoğun bir duman seli ile kaplanmıştı ve sadece belli bir hatta değil düşmanın görüldüğü her satıhta mücadele kıyasıya sürüyordu. Telsiz mesajları delice bir tempo ile ve zikzaklar halinde bu cehennemi kuytuluğun en ücra köşelerinde yankılanıyordu. Ekipler nöbet değiştiriyorlar, kumanyalar geliyor, dumandan etkilenenlere müdahale ediliyor, kamyonlar manevra yapıyor, insanlar bir araya gelip durum değerlendirmeleri yaparak yeni taktikler geliştiriyorlar, tehlikeli noktalar için uyarılar yüksek sesle duyuruluyor, insan desteği ileri hatlara taşınıyor, yukarıda durmaksızın uçan helikopterlerin azalan artan sesleri…. Gerçek bir savaş meydanında görebileceğiniz her şeyi görebilirdiniz orada.
Söndürülen alanlara hemen soğutma grupları tırmanıyor ve onlar o alanlarda yangının tekrar çıkmaması için büyük bir çaba ile toprağı işliyorlardı. Bu çatışma bu yoğunlukta ve aralıksız olarak 4 gün sürdü; yangının kontrol altına alınması ile sona erdi.
SOSYAL MEDYADAN YAPILAN ELEŞTİRİLER
Bu mücadele sırasında bazı gönüllülerin iyi niyetli olsalar da ormancıları dinlemeyip kaybolmaları ve sonrasında öldüler mi kaldılar mı diye bu insanların aranması, 5 metreye yakın yüksekliklerden yuvarlanarak alevlerin içine düşen personellerin kurtarılması, sosyal medyada oturduğu yerden boş eleştiri fırlatan sorumsuzların mesajlarına üzülen bazı ormancı ve itfaiyecilerin hüngür hüngür ağlamaları, 2000 metre irtifadaki su havuzundan durmaksızın su çeken ve vadinin duvarları arasında manevra yaparak uçan muhteşem sivil ve askeri helikopterler ile onları dağların buz gibi zirvelerinden yönlendiren gözlemciler, geri hatlarda uçurumlarla çevrili orman yollarında bir saniye kaybetmemek için hayatını riske atarak hızla araç süren görevliler, gecenin çelik soğuğunda, zifiri karanlıkta ama alevlerin aniden parlayan kızıllığında kah titreyip kah terleyerek görev yapanlar… Bunlar ve daha nicesi yaşandı bu büyük mücadele esnasında.
Sanırım, yaşananların çok azını ifade edebildim ve Domuz Deresi’nde günlerce süren bu kıyametin ruhunu biraz olsun yansıtabildim. Eksik kalan parçalar mutlaka vardır ve eğer bu ruhu doğru aksettiremediysem de bu benim yetersizliğim olarak anlaşılmak gerektir.
Öte yandan, bunlar olup biterken Denizli’nin büyük çoğunluğu yatağında habersizce uyumaya devam ediyordu. Şehrin daha kendi gibi semtlerinde “Aaa iyi iyi bize uzak gari” muhabbetleri çay eşliğinde yapılırken daha kibar jet sosyete semtlerin insanları da “Ah ne fena, çevre yok oluyor” şablonunu tekerlemekten öteye gidemiyorlardı. Yani yanı başımızdaki dağda bir ölüm kalım mücadelesi sürerken, bizler çaylarımızı, kahvelerimizi yudumluyor ve o mücadelenin içindeki insanları çevreleyen ezici şartları pek de hesaba katmadan bir sonraki paylaşıma geçiyorduk.
TAKDİR EDİLMEK GİBİ HEVESLERİ YOK
Aslında bu ormancı ve itfaiyecilerin pek de takdir edilmek gibi bir hevesleri yok, onların vatandaşlardan beklentisi bir daha böyle facialara yol açmayacak bir kültür, dikkat ve vatanseverlik ile hareket edilmesinden başka bir şey değil. Belki Denizli farkında değil ama bu dağlar ve ormanlar giderse; şehir bir sabah uyanır ve bakar ki olanca haşmetine, gücüne ve zenginliğine rağmen, gayet sönük ve cansız bir yere dönüşüvermiş. Şehrin “temiz tutulması gereken” sokak ve parklarının güzelliği ancak zümrüt yeşili ormanlar korunabilirse bir anlam ifade eder. Yoksa kel başa şimşir tarak misali…
Bu yangından benim çıkardığım üç önemli ders;
-Böyle bir yangını söndürmenin en kolay yolu böyle bir yangını hiç çıkarmamak.
-İnatla vurdumduymazca davrananları (bir yangın çıkmamış olsa dahi) en ağır şekilde cezalandırmak.
-Dağ ve orman yangınları ile uğraşan personellerin tıpkı dağcılar ya da çobanlar gibi bölgeyi fiziksel olarak gezip tanımalarının ne kadar önemli olduğu. Bir ormancı görev yaptığı bölgeyi adım adım dolaşıp tanıyınca, bu yangında görüldüğü üzere, nerede yol var nerede yok, nereye en hızlı nasıl ulaşırım gibi kritik ve çarpan etkisi oluşturan bilgiler elde hazır oluyor.
Yazıma son verirken; başta ormancılara ve belediyenin itfaiye ekiplerine, müthiş helikopter pilotlarına, dağcılara, diğer gönüllülere ve bu mücadeleye omuz veren herkese şükran ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Esen Kalın.
NOT: Bu yazıda anlatılanların bir kısmı kişisel gözlemlerimden oluşmaktadır. Fakat diğer bazı anlatımlar Denizli ormancılarının söndürme çalışmaları sırasında fırsat buldukça tarafıma ve diğer gönüllülere yardımcı olmak adına aktardıkları bilgiler olarak anlaşılmalıdır. Eğer aktardıklarımda hata varsa, bu büyük ihtimalle benim o hengame içinde söylenenleri yanlış anlamış olmamdan kaynaklanmaktadır.
Diğer Yazılar