LUNATİK

Yıllar önce bir arkadaşım bana “düşünce ağacında maymunluk yapan bir adamsın sen” demişti. Yani seri ve sık fikir ürettiğimi kast ederken, bu fikirleri pek de titiz işlemediğimi ima etmişti herhalde. İşte bugün sizlerle hem bizim ovada tur atacağız, hem de şu ağaçtan elime geçen üç elmayı fırlatacağım gelişigüzel.
Yanılgı
İzmir-Antalya çevreyolundaki lunaparka uğradım öncelikle. Orada belki eski hortum pabuçlu langırt masası olur diye düşünmüştüm ama nafile. Bu ihtişamlı ve güzel lunapark, eğlence hayatında başrolü oynadığı eski günlerine göndermeler yapan inatçı varlığı sayesinde, Denizli’yi çevre yolundan geçip giden her yolcunun düşüncelerini derhal etkisi altına alıyor. Yani yolcu sanır ki, Denizli’de tüm halk akşam olunca akın akın bu lunaparka gelir çünkü mazbut, iddiasız ve ketum bir şehirdir geri kalan. Ne büyük bir yanılgı öyle değil mi? Lunaparkın seveni çok fakat Denizli’nin aslında her sokağı hatta her insanı başlı başına bir coşku ve kendine haslık pınarı.
Yanılgı demişken, şu yeni sürece de değinmek isterim. Tüm tarafların tüm açıklamalarının iyi niyetli ve doğru olduğunu kabul edelim; evet terör örgütünün dahi doğruyu söylediğini varsayalım. Fakat Anadolu Ajansı’nın (6 Kasım 2022) haberine göre, terör örgütü Avrupa uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini kontrol ediyormuş. Ne olacak, silah bırakacak da bu devasa gelir kapısından da feragat mı edecek? Hiç sanmam, şu hayatta emin olduğum şeylerden biri de insanların düşüncelerinden, inançlarından, ideolojilerinden falan kolaylıkla vazgeçebilecekleri. Ama söz konusu para ise orada dur, çünkü geriye kalan teferruattır.
Luna İtalyanca ay demektir; bu kökten türetilen lunatik kelimesi ay çarpmasına uğrayarak çıldırmış insan anlamına gelir. O halde lunapark da insanların dünyanın tüm gerçeklerini belirli bir süre unutarak eğlendikleri yer olsa gerek. Bir süreliğine.
Hata
Denizli’nin sevdiğim özelliklerinden biri de kentin iki farklı simasının olmasıdır. Kendinizi bir an tüm ağırlıkları, yenilikleri, cemiyetleri ve imkanları ile çok gelişmiş hem ışıl ışıl bir görkemli şehirde bulursunuz; ama çok geçmeden İç Ege’nin özgün dokusuna sahip, durgun mu durgun ve zamanın tatlı bir miskinlikle ağır aktığı bir kasabayı arşınladığınızı hissediverirsiniz. İşin en güzel yanı da, bu iki farklı simanın birbirinden keskin sınırlarla ayrılmamış yani bu iki kentsel kişiliğin iç içe geçmiş olmasıdır. Örneğin Sevindik semtini ve sanayiyi görürsünüz. Karşıyaka ile Sevindik’i ayıran asfaltta sağlı sollu büyük mağaza ve fabrikalara rastlarsınız. Fakat bu yoldan Karşıyaka’nın içine beş on adım girerseniz; sokaklarda tavukların gezindiği, az katlı evlerin balkonlarında insanların güneşin tadını minderler üzerine yayılarak çıkardıkları, iddiasız bir küçük esnaflık ruhunun etrafta çerçi tadında bekleyip durduğu mırıltılı bir mahalle havasını soluma şansınız olur. Bunu seviyorum. Arada geçen belediye otobüsleri de olmasa, insan Karşıyaka semtinin sanki Denizli’nin kıyısında gerçek bir yer değil de o Reşat Nuri romanı sayfalarında asılı kalmış tembel bir öğleden sonra esintili şekerlemesi olduğunu sanmak hatasına düşer.
Hata demişken, Denizli’deki otobüs sistemi oldukça iyi işliyor. Sürücüler mutlaka yolcuların araca tamamen binmelerini bekliyorlar ve kapıları kapatmadan hareket etmiyorlar, insanı delirten gecikmeler olmuyor, indirimli ve ücretsiz binen insanlara karşı herhangi bir saygısızlık kesinlikle yok. Gençlerin oturmayı büyükçe bir kazanç gibi görme merakını göz ardı edersek, işler gayet güzel. Bunun sebebi tüm otobüslerin belediyeye ait olması sanırım. Daha önce yaşadığım şehirlerde mutlaka bir özel halk otobüsü sistemi de vardı ve türlü türlü disiplinsizlik ile başıboşluğun yanı sıra, seçimlerde adayları boyunduruğa alan zorba birer güç merkezi haline de gelmişti halk otobüsleri. Horozlara çok ciddi bir tavsiyem; otobüs ya da ulaştırma sistemini bu haliyle korusunlar; yoksa başlarına büyük bir ihale alırlar.
Kör gözüm parmağına hatayı yaptıktan sonra pişmanlık ve yakarış genel olarak hem Tanrı’ya hem akla karşı bir saygısızlık olarak addedilir; ve bilinen gerçek şudur ki, Tanrı aptalları sevmez doğallıkla da dinlemez.
Umarsızlık
Aslında bu yazının gidişatı için ilk düşüncem yürüyerek Bayramyeri’ne dönmekti. Dönüş yolunda size üçüncü sanayiden insan ve çalışma manzaraları resmedecektim. Bayramyeri’ne varınca da Sn. Çavuşoğlu’nun çok beğenilen bir dizi icraatı ile beraber, esnafta ciddi bir hoşnutsuzluk yaratan (ve “iddialarına göre” önceden haber vermeden bir sabah aniden uygulanan) tezgahları kaldırımlardan toplatma kararını da nesnel bir şekilde irdeleyecektim. Daha sonra Kaleiçi’ne girecek, bu ürkek ve kırılgan labirentin kendinin dahi farkında olmadığı ama mevcut gizil mücevherlerini kazıp çıkarıp da gözler önüne serecektim. Kaleiçi’nin bir çekim merkezine dönüştürülmesi üzerine heyecanlı fikirler geliştirecektim. Hem alışveriş yapmak hem de sokaklardaki kafelerde tarih ve yaşam koklayarak vakit geçirmek için tüm ülkeden ve dünyadan insanların cıvıl cıvıl akıp gelecekleri bir ticaret ve turizm mimarisi üzerine buz gibi çağıldayacaktım. Bu fikirlere esnafın nasıl da eylemsiz ve umarsız kalıp, sadece şikayet etmekle ve konuşmakla yetineceklerinden de dem vuracaktım elbette.
Umarsızlık demişken, bu bulaşıcı bir ruh hali olsa gerek. Tüm şu yukarıda yazdıklarımı sanırım yapamayacağım. Onun yerine, Karşıyaka’dan yürüyüşümün başladığı noktaya yani lunaparka geri döneceğim. Gelişigüzel çığlıkların, kahkahaların ve unutkanlığın semasını oluşturduğu o belli belirsiz masalda, zamanın ağır ve boğucu hamlelerinden kurtulmuş halde biraz düş görmek iyi bir fikir gibi geliyor. Onu diyordum, umarsızlık gibi çılgınlık da bulaşıcı bir ruh hali galiba ve kişinin umarsızlıktan sonra bir çılgınlık evresine girmesi de son derece olası.
Haklısınız, BEN LUNATİK BİR ADAMIM.
Siz gene de esen kalın.
Diğer Yazılar