OLASI DENİZLİ DEPREMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Önceki gün Yeni Olay’da yayınlanan DEPREM haberini okudum. Konunun uzmanları, içinden diri fay hattı geçen şehirlerden birinin de Denizli olduğunu vurgulamışlar. Öyle olunca gelişine bir düşünceler zinciri akıp geçti aklımdan.
Denizli’ye geldiğimde şehrin en sosyetik semtinde yaşayacağım diye (görmemişlik böyle bir şey işte) gittim kocaman bir çatı arası tuttum. Yani o semtte ara kat daireler çok pahalı olduğundan; büyük teraslı, geniş ve oldukça lüks bir çatı arasında çok makul bir kira karşılığında yaşıyorum. Ama işte sonradan icat ve inşa edilmiş bir çatı ev bu. Gene de evi tutarken, binanın geometrik şekline ve kat sayısına dikkat ettim. O kadar kurnazlık var bendenizde.
Takip eden günlerde şehri geniş zamanlı gezerken, sonradan eklenen çatı arası ya da çatı katı ile “kiralara koşayım coştukça coşayım” düşüncesinin Denizli’de yaygın bir hastalık, bir virüs olduğunu gördüm. Abartmayayım ama, sanki her dört binadan birinde çatı üstüne ev ya da evler döşenerek fazladan daireler peydahlanmış ve böylece ek gelir elde edilmiş. Bunları gördükçe, aklıma Sergio Leone’nin ünlü spagetti kovboy filmi “Bir Avuç Dolar İçin” gelip durdu.
DAĞ YAMACINDAKİ VE DÜZLÜKTEKİ SEMTLER
Denizli’de genel olarak dağ yamacı semtlerdeki çoğu binaların sağlam “göründüğünü” söyleyebilirim, konunun teknik yönü ile hiçbir bağlantısı olmayan biri olarak sadece “görünüyorlar” diyebilirim. Saf saf bakınca göze öyle geliyor işte, mühendislikleri nasıldır bilemem ama hiç olmazsa dışarıdan derli toplu duruyor bu binalar. Fakat, bazı semtlerdeki yedi ya da sekiz katlıların bir kısmının hiç de sağlam görünmediğini hatta çürümüş gibi durduğunu da belirtmek zorundayım. Yani insan epeyce eski bir binanın sıvalarının döküldüğünü, dış cephelerin küflendiğini ve paslı demirlerin binanın dışında kaldığını görünce, böyle bir sonuca iyi kötü varabiliyor. Aksi gibi, bu sağlam görünmeyenler şehrin dağlık kısımlarına değil de tam da düzlük yerlerine inşa edilmiş. Denizli coğrafyasını biraz düşününce, dağlardan aşağı yerüstünden ve yeraltından inen derelerin tam bu düzlüklerde durgunlaşarak epeyce sıvılaşma etkisi oluşturacaklarını tahmin etmek çok zor değil. Zaten o taraflarda ünlü bir tarihi cami var ve bahçesindeki kitabeyi okursanız, o caminin 70’lerde bir iki yıl ara ile olan iki depremde ve evet HER SEFERİNDE yıkıldığını biliyorsunuz/bileceksiniz. Ama benimkiler laf, hariçten gazel okumak. Mülk sahipleri ve kiracılar evlerinin sağlamlığını teknik uzmanlara kontrol ettirmedikten sonra, hangi bina sağlam hangisi değil bilmek zor, işte ancak lafı güzaf.
DOĞRU DAVRANIŞ HANGİSİ?
Her tür belaya ve tabi ki de depremlere karşı da insanımız dua kavramını el üstünde tutmakla beraber, bu kavramın derinlikli bir incelemesini yapmıyor. Örneğin, 30 yıl sigara içip hasta olmamak için her gün dua eden bir adam mı yoksa sağlıklı yaşayıp ama bu konuda pek de endişelenmeyen bir adam mı GERÇEKTEN dua etmektedir? Biraz düşünün, dua sanki ağızlardan iş işten geçtikten sonra dökülenler değil de, iş işten geçmeden sergilenen DOĞRU DAVRANIŞLAR olabilir mi? Yani, çürük çarık evler yapıp sonra üstüne her gün evim yıkılmasın diye dua etmek mi yoksa depreme dayanıklı evler yapmak mı, gerçek bir duadır? Veyahut ikisi de duadır desek, hangisinin kabul olunma olasılığı daha yüksektir? Bana sanki dua etmek en temelde, doğru düşünmek ve böylelikle doğru davranışlar sergilemek gibi geliyor. Kişisel düşüncem bu, beni bağlar.
Depreme bodoslama geri dönelim. Kendim de bir çatı katı/arası/evi aman be zamazingosu sakini olarak, yukarıda ilk başta andığım yazıyı okuyunca merak ettim ve bu çatı evleri ile deprem ilişkisini biraz araştırıp biraz okudum. Eyvah eyvah, eğer binanın çatısı üstüne sonradan kurulan bu evler binanın taşıyıcı iskeletine uygun mühendislik yöntemleri ile sabitlenmemişse, şiddetli bir zelzelede bırakın yukarıdan aşağıya uçma (eh bir dağcı olarak bana uygun bir son gibi) ihtimallerini, bir de binanın üzerinde ağırlık artışına sebep olduğundan ortaya çıkan yıkıcı salınım etkilerini katlıyormuş. Dediğim gibi konunun teknik bir uzmanı değilim ve tabi ki Denizli’de pek çok sonradan yapılma çatı arasının doğru mühendislik ve işçilik ile yapılıp yapılmadığını da bilmiyorum. Yani durduk yere bu evlere kara çalmak, insanları boşu boşuna korkutmak istemem. Ama genel olarak bu eklentilerle ilgili okuduklarım bunlar. Doğru tekniklerle yapılmış olmaları önemli. (Bu bilgileri Çatı Sanayici ve İş Adamları Derneği ÇATIDER’in internet sitesindeki çeşitli yazıları okuyarak öğrendim)
KURNAZ İNSAN-ZEKİ İNSAN
Bu noktada, birbirine karıştırdığımız iki kavram üzerinde de durmak gerekli. Yani kurnaz insan ve zeki insan kavramlarını irdelemek deprem güvenliği açısından faydalı olacaktır. Kurnazlık ile zekilik arasındaki farkı göremiyoruz. Hem 99 felaketinde hem de son faciada kurnazlığın aslında zeka olmadığı ortaya apaçık ve çok acı bir şekilde çıktı. Bir kat fazladan çıkayım, iki çuval çimentodan kısayım, bizim halaoğlunu işçi koyayım, şartnameleri es geçeyim gibisinden sefil cinliklerle binalar yapıp paralar kazanmak ve sonra da bir süre lüks bir yaşam sürüp fakat bir gün aniden mahvolup, katil olup, suçlu olup hayatı kararan bir dolu insanlar, bunlar kurnaz insanlardı. Zeki insanlar değillerdi. Zeki insanlar bu hayatta temel ilkelerden ödün verip üç kuruşa şapka çıkarmanın KORKUNÇ sonuçları olduğunu bilen insanlardır.
Şimdi genel yayın yönetmenim Osman Nuri Boyacı sevinecek, çünkü bu tatsız tuzsuz yazıyı kısa keseceğim Aydın havası olacak. Bildiğim kadarı ile Fransız matematikçi Galois tarafından söylenmiş özlü bir söz şöyle der: “Bağışlanmayan tek günah aptallıktır.” Galois sanırım bu saptamasında öbür dünya için ahkam kesmemiş, ama bu dünyadaki neden sonuç ilişkilerinin kesin sonuçlarından dem vurmuş. O halde ben de Horozlara sormak istiyorum:
Hey Denizli!!!
KURNAZ MIYIZ, ZEKİ MİYİZ?
Esen Kalın
Diğer Yazılar