SOĞUKTA…

Önceki yazılarımdan birinde şehrimizdeki kira artışları sorununu oldukça mizahlı bir dille ele almış ve bir dizi saptama ile yetinmiştim. Fakat bu sorunun ilk bakışta görülemeyen bir dizi dolaylı yıkıcı etkisi de var. Türkiye için en kritik olduğunu düşündüğüm bir tanesinden sizlere bahsedeceğim.

Kirman çeliğince buza kesmiş şu zehir havada Seyir Tepesi’ne yürüyerek çıkıyorum. Yükseldikçe hem dağları görüyorum hem de aşağıda uzanan Amfi’yi, yani üniversite semtini. Dağlar ruh halimi olumlu etkiliyor fakat Pamukkale Üniversitesi’nin yanında aslen bir neşe ve ekin pınarı gibi açılmış o semte bakmak “artık” beni üzüyor. Binlerce öğrencinin yaşadığı bu semtte kiralar almış başını gitmiş. Sadece Denizli’de değil, Türkiye’nin tüm üniversite semtlerindeki kira artışları kontrol dışı. Burada mülk sahiplerini kılıçtan geçirmeyeceğim; onu da önce yapmıştım hatırlarsanız. Burada gene hükümeti de anlamsız kararlar almak ve etkisiz kalmakla suçlamayacağım çünkü onu da daha önce yazdım. Buradaki uyarım bu kira çılgınlığının Türkiye’nin birliği üzerindeki bölücü etkilerine dönük olacaktır.  

Üniversiteler Kaynaştırma Potalarıdır

Üniversiteler Türkiye gençliğinin ve nesillerinin bir kaynaşma potasıdır.  Örneğin Batman’dan bir çocuk kalkar Denizli’ye gelir okumak için. Burada en az dört belki beş ya da altı sene geçirir. Türkiye’nin her noktasından insanlar tanır, onlarla arkadaşlık yapar, ev paylaşır, fakirlik çeker, beraber güler, aşık olur; beraber dayak bile yenir… Yani ülkenin kendi memleketi haricindeki gençleri ile bir kader yoldaşlığı içinde koskoca seneleri yan yana yer bitirir. Ya da Edirne’den bir çocuk Diyarbakır’da bir bölüm kazanır ve orada aynı şekilde o şehrin halkını, insanlarını tanır, acı tatlı hatıralar biriktirir ve o şehri de kendi şehri gibi benimser, sever. Gençlerin çok büyük bir kısmı gittikleri farklı şehirlerde üniversite okurken, uç ve sert siyasi ayrılıklarla bölünmek yerine kaynaşır ve aslında tek bir millet oldukları gerçeğini yaşayarak berkitir. Bu sadece etnik farklılıklar için böyle değildir. Örneğin çok dindar bir ailenin çocuğu başka bir şehirde daha az dindar (hatta tamamen alakasız) arkadaşları ile hayatı omuz omuza paylaşınca; bakış açısı genişler, daha hoşgörülü olur ve kendi tercihlerinden çok farklı yaşamları olan insanlarla bu ülkeyi gayet sorunsuz paylaşabileceğini idrak eder. Tam tersi hiç dindar olmayan gençler için de geçerlidir.

Bunun üzerine, eğitim ve üniversite hayatı bittiğinde memleketine geri dönen bir Batmanlı çocuğu artık bir terör örgütünün kendi saflarına çekmesi çok zordur; “Benim Denizlili çok sıkı arkadaşlarım oldu, ben o işlere giremem eksik olsun” diyecektir. Bir Edirneli de aynı şekilde “Yok yahu Diyarbakır’da altın gibi insanlar var, ben öyle körü körüne herkesi yaftalamam” diye konuşacaktır.  Bir Konyalı üniversite sonrasında bağnazca konuşmalar duyduğunda, “Onu geçin bir İzmirli arkadaşım vardı ne namaz kılardı ne oruç tutardı ama senden benden daha makbul Müslümandı” diye itiraz ederken, bir İzmirli de “Dindar adamdır ama ne sana ne bana karışır, kendi ibadetini kendi için yapar ve kimseye de ne baskısı ne kötü bir bakışı yoktur, çok temiz arkadaştır” şeklinde anlatacaktır.

İşte üniversitelerde Türkiye’nin her yerinden milyonlarca delikanlı ve genç kız beraber geçirdikleri yıllar boyunca bu kaynaşma ve nice acı tatlı anıları paylaşma sayesinde, ülkenin her an bozulmak üzere saldırılan birliğinin aslında birer savunucusu haline gelmektedirler. Oldukça açık bir şekilde anlattım sanırım.

Çocuklar Kendi Kabuklarına Çekilmek Zorunda Kalıyorlar

Fakat son 3 yıldır üzülerek görüyoruz ki, hem iktisadi durumun genel kötülüğü hem de üniversite semtlerindeki ev kiralarının baş edilemezliği sebebi ile kendi şehrinden farklı bir şehirde üniversite eğitimi almayı tercih eden genç sayısı keskin bir düşüş sergiliyor. Bu yeterince kötü değilmiş gibi, gene aynı sebeplerle almakta olduğu eğitimi dondurup şehrine dönen öğrenci sayısı da oldukça fazlaymış. Yani gençler kabuklarına çekilmeye, doğup büyüdükleri kendi şehirlerindeki üniversitelere gitmeye mecbur oluyorlar ve bu da yukarıda bahsettiğim kaynaşma, farklı illerin insanlarını anlama, o şehirleri de kendi şehirleri gibi benimseme fırsatını yok ediyor. Kendi etrafının hakim görüşü ne ise onunla kuşatılıyor ve ona boğulup kalıyor çocuklar.

Sizce bu durum, uzun değil hemen kısa vadede dahi, ülkenin birlik ve bütünlüğü açısından bir risk teşkil eder mi etmez mi?

Seyir Tepesi ve Nietsche

Artık Seyir Tepesi tesislerine vardım sayılır; insan böyle bir soğukta yokuş yukarı yürürken bu biçim düşüncelerle haşır neşir olunca, hüzünlü bir ruh haline kapılıyor. Tesislerde bir çay içeceğim hak ettim. “Hay bin horoz adına keşke yanıma bir bira alaydım” diye hayıflanmıyor da değilim. Neyse unuttuk yapacak bir şey yok; bari karşımda peşi sıra burçaklar gibi sıralanmış zümrüt dağ sırtlarını; bunların arasındaki gizemli, koygun, çağıltılı, puslu vadileri ve nihayet ötede ama hemen sonra uyanık, keskin bir göz gibi yükselen o apak, pürüzsüz, masalsı zirveyi izleyip, sıcak bir çayın keyfini çıkarayım.

Nietsche idi sanırım “Şarapta gerçek gizlidir ama ben suyun berraklığını tercih ederim”.

Eh, anlık gayet mantıklı.

Esen Kalın

 

Diğer Yazılar