URGANCI KEMENDİ URDU BOYNUMA BOYACI KARAYI ÇALDI RUHUMA

Dörtlüğün son iki dizesini yazının sonunda tamamlayacağım. Onu en baştan belirteyim ama siz gene de tamamını okuyun.
Olay Yeri Programı’nın beşinci bölümü olacak, Osman Nuri Boyacı ve Serkan Urgancı karşılıklı gene fikir alışverişlerinde bulunuyorlar ve turizm tartışılıyor. Urgancı şöylesine bir cümle kurdu, “30 seneye yaklaştı ben daha bir gazetecinin kentin ileri gelenleri tarafından turizm ile ilgili bir toplantıya çağrıldığını ya da fikrinin alındığını duymadım, görmedim, bilmiyorum.” Bu sözler üzerine Boyacı’nın alışılageldik kibarca alaycı (müstehzi) tavrını görmek için odaklandım ama bu sefer o meşhur “yanlışsın azizim gülümsemesi” boy vermedi. Öyle ise bu bilgiyi Urgancı bu sefer TÜİK’ten almamış olsa gerek, yani doğru.
Eyvahlar Olsun
Buradan, tek başına değil ama şimdilik bu cümleden yola çıkarak, bir genellemeye yani bir tümevarıma gidebiliriz. Denizli’de fikir insanları (sanatçılar, yazarlar, konuşmacılar, gazeteciler ve benzeri zevat) asla birincil bir önemi haiz değiller. Tevekkeli değil, benim yazılar da havagazı pösteki etkisi yarattı. Şehrin temizlik sorunu ile ilgili yazdım ama belediyelerin ilgili dairelerinin bir tanesinden bir tepki yok. Kadınlarla ilgili yazdım ve onlarca kadın derneğine gönderdim. Galiba tek bir hanım “ha aferin, adam olursun sen” gibisinden bir tebrik gönderdi hakkını yemeyeyim. Dağcılık sporunun kente ekonomik katkısı ile ilgili yazdım ama ne Gençlik ve Spor Bakanlığı İl Müdürlüğü’nden ne de şehrin ilgili kurumlarından bir yorum, itiraz, katkı veyahut eleştiri göremedim.
Bayramyeri ticaret ekolü ile ilgili yazdım ama esnaflardan çıka çıka “buyrooon efendim on tane yara bandı bin liraaaaa” nidası çıkarken, anlı şanlı meslek odalarından onu bile duyamadım. Deprem yazıma ne belediyeler, ne Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü ne de ilgili fakülteler yüz verdiler. Matematik eğimini irdeledim ama matematikçiler beni etkisiz eleman sıfır saydılar. Kınıklı ile ilgili hikayem ise neyse ki edebiyat fakültesi tarafından Cin Ali’nin Atı adlı büyük esere oldukça yakın bulundu, o yüreğime su serpti bakın. Sadece büyük yangın ile alakalı gözlemlerim için Orman Genel Müdürlüğü ve işçileri çokça teşekkür ettiler ama o yazı yüzünden de bu sefer doğa sporları oluşumları beni tefe koydular, olsun canları sağ olsun. Neyse yani diyeceğim, şehirle ilgili temizlik, ticaret, turizm, kadının kendi ayakları üzerinde durması gibi oldukça önemsiz, ama belki yarım yamalak okunmaya değebilecek, daha bir sürü yazı yazdım, fakat sanıyorum sıfır ile sıfırın altı arasında bir etki oluşturabildim.
Büyük Hayaller (Charles Dickens)
Aslına bakarsanız etkinin de tepkinin de canı cehenneme. Ben kendi adıma ne hayaller kurmuştum; Denizli’de kaldırılacak cenazemde mesela binlerce insanın gözler yaşlar içinde “ah ne büyük bir muharrirdi, şehrimize ne kadar da güzel bir renk katıp bizlere ne çok faydası dokunmuştu rahmetlinin” diye kafileler halinde dizileceklerini ve ahu vahlar ile vaveylalar kopararak en azından (sıvışmadan hemen önce) mezarlığın şöyle yakınlarına kadar bana eşlik edeceklerini falan hayal ediyordum. Yani kendimi kentin entelektüel bir markası olacağım rüyası ile mutlu ediyordum. Ama hem yazılarıma olan tepkisizliğin hem de Serkan Urgancı’nın cümlesinin gösterdiği gibi, bu Pamukkale sıcak hava balonlarından bile daha boş hayal imiş.
Kel Başa Şimşir Tarak
Hadi benim dekadan (çökük) yazgımı bir kenara bırakalım. Ticaret ve sanayide ilerlek, giderek lider, bir kentin sanat ve fikir insanlarına pek yüz vermemesi neye sebep olur? Burada devam etmeden bir ince ayrımı koymamız gerek. Kentte sanat ve fikir faaliyetlerinin olup olmaması değil sorunumuz. Denizli’de yeterince sanat ve fikir faaliyeti gerçekleşiyor ve belli bir kesim bunları takip ediyor. Sorun; genel olarak halkın, siyasetçilerin ve iş dünyasının düşünce üreten insanlara dönük umarsızlığı. Bu ayrımı iyi anlamak gerek ve şimdi devam edebiliriz. Örneğin, traktör kadar büyük pahalı bir araba ile gezersiniz ve müzik sesini de sonuna kadar açıp etrafa huzursuzluk verirsiniz. Örneğin çok zengin olmuşsunuzdur ama bir konuşma sırasında para ile ya da maddi başarılarınız ile övünmeye çalışarak küçük düşersiniz. Devasa evler ya da saray yavrusu malikaneler inşa ettirirsiniz ama evinizin önü hem sizin hem de diğer insanların “çöpçülerin işi ne kardeşim toplasınlar” cehaletiyle attıkları molozlardan, izmaritlerden falan bir utanç abidesine dönüşür; sizin kaşanenin tüm şatafatı sıfıra iner. İşinizi paranızı beş iken on yirmi yapacak bazı fırsatları okumadığınız veyahut önem vermediğiniz gazeteciler dile getirirler, ama sizin ruhunuz bile duymaz ve fırsat kaçar gider. Başarılı bir gözlemeci açarsınız bir kadın girişimci olarak, ama müşterinin üç gözleme üç ayranlık borcunu hesaplamaktan aciz kalırsınız mesela. Şehriniz dünyanın en güzel şehirlerinden biridir ama bir tek bilinen romana ev sahipliği yapamaz. Denizlispor yıllara yaygın bir çöküşle yavaş yavaş yok olur, ama siz uyarıları dikkate almadığınız için öylece bakakalırsınız gözünüzü ayırmadan.
Çoğaltılabilir ama ne demek istediğimi anlattım sanıyorum. Yani hayat damarlarınızdan biri kopuktur ama siz idare edersiniz ya da ettiğinizi sanırsınız.
Şiir Zamanı
Özetlersek “parayı kazanmak zordur ama harcamak kültür işidir” ve o ekini okuyarak, sanat eserlerini inceleyerek, gazetecilerin uyarılarına kulak asarak (ayrıca okuduklarınız üzerine düşünüp olumlu ya da olumsuz tepki vererek) geliştirmekten başka bir çare de pek yoktur. Benden söylemesi, keyfiyet sizlerdedir.
Neyse yazı bitti ve verdiğim sözü tutma zamanı.
Urgancı kemendi urdu boynuma
Boyacı karayı çaldı ruhuma
Şan, şöhret rüyası hep hayal oldu
Horozun gagası çıktı bahtıma
Esen Kalın.
Diğer Yazılar