DENİZLİ’YE ACİL ARKEOLOJİ MÜZESİ

Denizli denince zihnimizde hemen o bembeyaz travertenler, "Beyaz Cennet" Pamukkale canlanır. Ancak bu topraklara sadece bir "doğa harikası" gözüyle bakmak, Lykos Vadisi’nin bağrında sakladığı devasa medeniyet birikimine haksızlık olur. Hierapolis’ten Laodikeia’ya, Tripolis’ten Beycesultan’a kadar uzanan bu vadi, aslında insanlık tarihinin en görkemli sahnelerinden biri. Fakat bugün bu sahnede büyük bir eksiklik var: Bu devasa mirası kucaklayacak, ona yakışır bir "ev", yani modern bir arkeoloji müzesi.

Gelin, acı gerçeği rakamlarla ve gözlemlerle konuşalım. Bugün Denizli’de arkeolojik eserlerin sergilendiği Hierapolis Arkeoloji Müzesi, 1984 yılından kalma bir anlayışla, MS 2. yüzyıla ait bir Roma Hamamı’nın içine sıkışmış durumda. Evet, antik bir yapının içinde eser görmek atmosferik bir derinlik katıyor olabilir; ancak modern müzecilik perspektifinden baktığımızda karşımıza çıkan tablo tam bir "kapasite felaketi". Müze sadece üç kapalı salondan ibaret. Laodikeia’nın devasa heykelleri, Tripolis’in zarif lahitleri bu dar kemerlerin altına sığmıyor, sığamaz da.

Peki, sığmayanlar nerede? İşte köşe yazımızın asıl can alıcı noktası burası. Denizli Müze Müdürlüğü envanterinde, kazılardan çıkarılmış tam 50 bin civarında eser bulunuyor. Bu, tek başına 5 veya 6 orta ölçekli müzeyi tamamen doldurabilecek bir hazine demek. Biz ne yapıyoruz? Bu eserlerin %98’ini rutubetli, karanlık depolarda, gün ışığından ve insan gözünden uzak bir şekilde istifliyoruz. Yüzlerce yıl toprağın altında "uyuyan" bu eserler, gün yüzüne çıkarıldıktan sonra şimdi de "modern depolarda" unutulmaya terk edilmiş durumda.

Geçtiğimiz günlerde açılan "Lykos’un Antik Yüzleri" sergisini gezenler, o 52 nadide eserin ihtişamı karşısında büyülenmişti. Ama unutmayın, o sergide gördükleriniz, depolardaki koca birikimin sadece "elli binde biridir". Biz sadece buzdağının en ucundaki küçük bir parıltıya bakıp avunuyoruz.

Bakın, Türkiye’nin diğer uçlarında neler yapılıyor? Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, 34 bin metrekarelik devasa kapalı alanı ve 4,5 kilometrelik gezi güzergâhıyla bir dünya markası haline geldi. Hatay ve Gaziantep Zeugma müzeleri, on binlerce metrekarelik sergileme alanlarıyla her yıl milyonlarca turisti ağırlıyor. Denizli ise 2024 verilerine göre 2,3 milyondan fazla ziyaretçiyle Türkiye'nin en çok ilgi gören ören yerlerinden birine (Hierapolis) sahip olmasına rağmen, bu insanlara sunabildiği müze alanı "bir avuç" metrekareden ibaret.

Denizli’ye acilen, şehrin merkezinde veya antik kentler aksında, yaşayan, nefes alan, laboratuvarları ve sosyal alanlarıyla devasa bir arkeoloji müzesi inşa edilmelidir. Bu sadece turizm gelirini artırmak için değil, bu topraklara olan borcumuzu ödemek içindir. 370 tescilli arkeolojik sit alanıyla adeta bir açık hava müzesi olan Denizli, artık "depo müzeciliği" prangasından kurtulmalıdır.

Lykos’un sessiz tanıkları olan o on binlerce eser, yeni evlerini bekliyor. Yetkililere ve bu şehre gönül verenlere sesleniyorum: Bu mirası karanlık depolardan çıkarıp, hak ettiği ışığın altına koyma vakti gelmedi mi? Denizli, Türkiye’nin arkeolojik hafızasında bir "istasyon" değil, bir "merkez" olmayı çoktan hak etti.

Diğer Yazılar