DENİZLİ'DE VATANDAŞA NELER YEDİRMİŞLER!

Toplum bilinci arttıkça yediğimiz içtiğimiz gıdaların içeriğine ve kalitesine daha çok dikkat ediyoruz. Ama bizim sadece tadıyla anlayamayacağımız gıdalardaki hileleri de (tağşiş) devletin birimleri yaptıkları analizlerle ortaya koyuyor. "Zeytinyağından çok iyi anlarım. Peynir gurmesiyim. Sucuk benden sorulur" diyenlere kötü bir haberim var. Öyle esanslar öyle yöntemler kullanıyorlar ki akıllara zarar. Ayrıca bu sadece lezzet açısından da değil, daha çok kazanma uğruna hiç düşünmeden insan sağlığıyla oynuyorlar. Kimi bilmeyerek çoğunluğu ise bile isteye...

Bu gıda konusunun özel ilgi alanıma girdiğini de belirttikten sonra araştırmalarımı ve deneyimlerimi kısaca paylaşayım. 

“PAZARDAN, MANDIRADAN ALMAM”

Süt üreticisi tanıdığı olan varsa iyi bilir, büyük firmalar peynir yoğurt gibi süt ürünlerini imal edebilecekleri sütleri bölgelerindeki üreticilerden toplarlar. Bu sütlerin kalitesi konusunda da yüksek kriterleri vardır. Sütü almadan önce bir dizi analiz yaparlar. Bu analizlerin başında elbette yoğunluk ve hastalık analizleri yer alır. Fakat karşılaştıkları en yaygın sorun sütteki antibiyotik oranıdır. Süt üreticileri hayvanlarının hasta olmaması ve daha çok süt verebilmesi için antibiyotik ilaçlar kullanır. Bu ilaç da dozu oranında haliyle hayvanın sütüne geçer. Antibiyotik oranı belirlenen kriterden fazlaysa firma sütü almaz. Süt üreticisinin alınmayan sütü döktüğünü düşünmüyorsunuzdur herhalde... O sütler yerel mandıralara gönderilir, peynir ve yoğurt çeşitleri olarak karşımıza çıkar. O ürünleri tükettiğimizde, eczaneden ancak reçeteyle alabildiğimiz antibiyotik ilaçları afiyetle yeriz.

Ziraat mühendisi kontrolünde ilaçlanmayan ve çok yüksek ihtimalle ilaç kalıntısı barındıran köy domatesi de almam mesela... 

DENİZ BALIĞI SANANLAR

Balık tezgahlarında deniz levreği, deniz çipurası diye çiftlik üretimlerinin 3-5 katı fiyata satılan balıkları alanlara da kötü haberi vereyim. Balık üreticileri çiftliklerindeki balıkları satılabilirlik açısından belli bir porsiyonda yani 300-400 gr. aralığında tutmaya gayret gösterir. Örneğin üreticinin 10 kafesi varsa 9'undaki balıkların gramajı neredeyse aynıdır. Ama bir kafesteki balıklar diğerlerine göre daha fazla yemlenir ve gramajı artırılarak büyümesi sağlanır. İşte o kafesteki balıklar, farkı anlayacağını iddia eden deniz balığı(!) meraklıları içindir. Adisyonun kol gibi geldiği balık restoranlarının da favorisidir bu balıklar. 

TAĞŞİŞİN KRALI BUNLARDA

Bakanlığın tağşiş listesi de gösteriyor ki, hilenin en çok yapıldığı ürünler zeytinyağı ve sucuklar. Üstüne istedikleri kadar "Gurme, özel seri, taş sıkım vs" yazsınlar denetimsiz satıcılardan halis zeytinyağı ve sucuk almanız mümkün değil. Alırsanız büyük ihtimalle zehirlenmezsiniz ama normal şartlarda tüketmeyeceğiniz yağları, etleri afiyetle yersiniz. 

Bunun en bariz örneğini de birkaç gün önce Denizli'de yaşadık. İşte Antep Lezzet Panayırı, Afyon Mutfağı Fuarı, Trabzon Ürünleri Pazarı gibi iddialı isimler altında yapılan organizasyonlarda vatandaşa satılan ürünlerin nasıl da tağşiş dolu olduğunu Denizli Yeni Olay sayfalarında haberlere taşıdık. Sucuk, tereyağı, zeytinyağı, bal, pekmez, nar ekşisi adı altında vatandaşa neler neler yedirmişler. Sucuk içinde kanatlı eti, sakatat, zeytinyağında tohum yağları, balda pekmezde şeker, tereyağında esans... Tespit edilen üreticilere görece yüksek para cezaları kesilmiş ama bence halk sağlığını hiçe sayan bu kişilere para değil hapis cezası verilmeli. 

Talep olduğu sürece bu tip ürünlerin arzı asla bitmez. Bizler bilinçli tüketici olacağız, devlet de denetimleri üst düzeyde tutacak ki, hem sağlığımızı koruyacağız hem de ödediğimiz paranın karşılığını alacağız.

Hepinize iyi pazarlar... 

Diğer Yazılar