EVRİMİN TARTIŞILACAĞI SON YERDEYİZ
Günümüzden tam 1.2 milyon yıl önce Denizli... Güneş, doğu ufkunda, traverten platolarının bembeyaz yüzeyine vurarak altın sarısı bir parıltı yaymaya başlıyordu. Henüz modern beton yığınlarının, telaşlı trafiğin ve hızlı şehir hayatının olmadığı, bambaşka bir dünya... Sabahın erken saatleriydi. İnce bir sis tabakası, Büyük Menderes nehrinin kıvrımlarını gizlerken, nemli toprak kokusu havaya karışıyordu. Nehir kenarındaki sazlıklar arasından ürkek bir ses yükseldi; belki de sabah suyuna inen bir antilobun hışırtısıydı.
Mağaranın soğuk neminden sıyrılan "Adam", yavaşça dışarıya süzüldü. Kalın kaş kemerlerinin gölgelediği gözleri, uyanan doğayı tarıyordu. Soğuktan titreyen çıplak tenine aldırmadan, avcı-toplayıcı grubunun geri kalanının henüz uyuduğu küçük barınaklarından uzaklaştı. Mermer ocağına dönüşecek bu topraklar, o zamanlar termal suların buharlaştığı, basamak basamak oluşan traverten havuzlarıyla kaplıydı. Adam, çamurlu toprakta bıraktığı derin ayak izlerinin ardından, elindeki yontma taş baltasının keskin yüzeyini yokladı.
Kocabaş mevkiindeki sulak alanlar, onun yaşam kaynağıydı. Burası, dev gergedanların su içtiği, bizon sürülerinin otlandığı, hatta nesli tükenmiş büyük zürafa türlerinin gölgelerde gezindiği zengin ve tehlikeli bir ekosistemdi. Adam, keskin koku alma duyusuyla rüzgarı kokladı. Gözleri, uzakta, cılız otlaklarda otlayan bir antilop sürüsüne takıldı. Grubunun aç kalmaması için bugün de avlanması gerekiyordu. O, içinde bulunduğu ortamın zorunluluklarına göre evrildi; hem fiziksel olarak güçlendi hem de hayatta kalma becerilerini geliştirdi. Her gün, bu kadim topraklarda doğanın acımasız kanunlarına karşı bir sınav veriyordu.
Göç Yolu Üzerindeki Kayıp Halka
2002 yılında bir mermer ocağında tesadüfen bulunan ve 1.2 milyon yıl öncesine tarihlenen bu Homo erectus kafatası parçası, sadece bir kemik kalıntısı değil, aynı zamanda bilimsel bir manifestodur. O, Afrika’dan dünyaya yayılan insanlık göçünün, Avrasya’ya geçiş köprüsünün üzerinde duran sarsılmaz bir kanıtıdır. Kalın kaş kemerleri, alçak ve uzun kafatası yapısıyla bize; küçük gruplar halinde avlanan, yontma taş aletler kullanan ve ateşi kontrol etmeyi öğrenen bu kadim atamızın zorlu adaptasyon hikayesini fısıldar.
Denizli Adamı, 1.2 milyon yıl önceki coğrafyamızda, hayatta kalmak için doğanın kanunlarına uyum sağladı. O, içinde bulunduğu ortamın zorunluluklarına göre evrildi.
Eğitim Çelişkisi
Denizli Adamı, Anadolu topraklarının evrimsel süreçteki tartışılmaz yerini kanıtlamışken, günümüz Türkiye’sinde hâlâ evrimin bir bilimsel gerçek olup olmadığı gibi temel bir meselenin tartışılıyor olması, 1.2 milyon yıllık bir ironidir.
İronik olan şudur: Türkiye'nin en eski insan fosiline ev sahipliği yapan Denizli'de dahi, bu fosilin temsil ettiği evrimsel süreç hala tartışma konusudur. Bir yandan 1.2 milyon yıllık bir gerçeği müzesinde sergilerken, diğer yandan bu gerçeğin bilimsel temeli eğitim sisteminde göz ardı ediliyor.
Gelişmiş hiçbir Avrupa ülkesinde, bilimsel kanıtlarla yüzlerce yıldır desteklenen evrim teorisi bir tartışma konusu değildir; o, tıp, biyoloji ve genetik biliminin temel çerçevesi olarak kabul edilir. Ancak bizde, bu konunun sürekli bir "iki tarafı olan bir fikir" gibi sunulması, bilimsel cehaletin en çarpıcı göstergesidir.
Bu durumun temel sorumlusu, bilimsel bilgiyi net, kesin ve tartışmasız bir olgu olarak aktarmayan eğitim sistemimizin ta kendisidir. Toplumun zihnine yerleşen, bilimle ilgisi olmayan yanlış önermeler, bir Homo erectus fosilinin kanıtladığı gerçeği bile görmemizi engellemektedir.

Maymundan Değil, Ortak Atadan
En yaygın ve en yanlış anlama: "İnsan maymundan gelmiştir."
Bu, evrim teorisinin asla söylemediği bir ifadedir. Evrim, şunu net bir dille belirtir: İnsanlar ve şempanzeler gibi modern maymun türleri, milyonlarca yıl önce yaşamış ve nesli tükenmiş bir 'Ortak Atadan' gelir. Biz maymunun torunu değiliz; biz ve maymunlar, aynı büyük aile ağacının iki ayrı koluyuz. Denizli Adamı, o ortak atadan modern insana giden yolculuktaki somut duraklardan sadece biridir.
Denizli Adamı'nın kemiği, 1.2 milyon yıl öncesinden bize, bilimsel olguların gücünü anlatıyor. Bugün, onun yaşadığı topraklar üzerinde yaşayan bizlere düşen görev, bilime kulak vermek ve evrimi tartışılan bir dogma değil, yaşamın ve doğanın kaçınılmaz bir gerçeği olarak kabul etmektir. Aksi takdirde, Anadolu'nun en eski insanının bize sunduğu bu paha biçilmez bilimsel mirasa sırt çevirmiş oluruz.
Diğer Yazılar




