GI NÖRÜYONUZ? DENİZLİ TÜRKÜLERİ
Hani bazen radyoda bir cızırtı olur, sonra birdenbire bir ses, sanki kırk yıllık dostunuzmuş gibi omzunuza dokunur ya... İşte Denizli türküleri benim için tam da o histir. "Gaydırı gubbak Cemilem" çalmaya başladığında, ayaklarınızın sizden habersiz ritim tutmaya başlamasına engel olamazsınız. Peki o neşeli ritmin altında yatanı hiç düşündünüz mü?
Bugün size, o neşeli "şıngırdak" türkülerin ardındaki hüzünden, Ege'nin o "efeli" duruşunun ardındaki ince sızıdan bahsetmek istiyorum.
Araştırırken önüme bir hikaye düştü; Cemile’nin hikayesi. Biz düğünlerde omuzlarımızı titrete titrete oynuyoruz ama Cemile, kocasının evinde "istenmeyen gelin" olmuş, acılar çekmiş, sonra da dağa kaldırılmış bir kadın. O türkünün her "kıvrak" vuruşu, aslında Cemile'nin hayata tutunma çabasının ayak sesleriymiş meğer. Ege insanı böyledir işte; acısını bal eyler, derdini oyun havası yapar. Ağlamaz, zeybek oynar; sızlanmaz, türkü yakar. Bu, bir inkar değil, bir başkaldırıdır. "Beni yıkamadın dünya, bak hala oynuyorum" demenin Denizli'cesidir.
Ve tabii ki Özay Gönlüm... O sadece bir sanatçı değildi, o bizim "Yaren"imizdi. Kucağına aldığı o garip ama muazzam sazı hatırlarsınız; bir sapında cura, birinde bağlama, birinde çöğür... Sanki "Ben ayrım gayrım bilmem, Yörük de benim, Efe de benim, Türkmen de benim" der gibiydi. "Ninenin Mektupları"nı dinleyip de gülümsemeyen, sonra da gözü dolmayan var mıdır? O mektuplardaki nine, sadece bir skeç karakteri değildi. O, köyde bıraktığımız babaannemizdi, nasırlı elleriyle ekmek yapan halamızdı. Bize "Şehirli oldunuz ama özünüzü unutmayın, boyalı cilalı hayatlara kanmayın" diyordu. "Nörüyon gı?" diye soruşunda, bin tane "Nasılsın, iyi misin, beni özledin mi?" sorusunun sıcaklığı vardı.
Bir de dağların ardında, Çameli'nin tepesinde bir Hayri Dev vardı. Allah rahmet eylesin, "Koca Usta". Elindeki üç delikli çam düdüğüyle dünyaya kafa tutan adam. Paris'teki profesörlerin gelip önünde diz çöktüğü, ama kendisinin "Ben çobanım, sürümün peşindeyim" dediği o mütevazı dev. Bize müziğin konservatuvarlarda değil, tabiatın kalbinde, çam ağaçlarının reçinesinde saklı olduğunu öğretti.
Şimdi size soruyorum; en son ne zaman bir türkünün hikayesini merak ettiniz? En son ne zaman "Mustafa Ali"nin oynamayan gelini için kurdurduğu ikinci düğündeki o telaşını hissettiniz?
Denizli türküleri, Ege'nin sadece zeytini, inciri değil; aynı zamanda vicdanı, hafızası ve neşesidir. Özay Gönlüm’ün dediği gibi, "Yolunuz düşerse Denizli'ye, horozun sesinden değil, efelerin nefesinden tanırsınız bizi."
Gelin bugün bir Denizli türküsü açın. İster "Çöz de al Mustafa Ali" desin, ister "Asmam çardaktan" dökülsün nağmeler. Ama dinlerken, o tellerin arasında saklanan Ninenin mektubunu, Cemile'nin ahını ve Hayri Usta'nın nefesini duymaya çalışın.
Çünkü o türküler, biz unutsak da bizi unutmayan yegane dostlarımızdır.
Gı nörüyonuz? Sağlıcakla kalın, türküyle kalın.
Diğer Yazılar




