İYİYE İYİ DEMEK...

Geçtiğimiz hafta yakın dostum gazeteci Özkan Tokmak'ın, Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Nuri Çavuşoğlu hakkında yazdığı köşe yazısını değerlendirmiş ve "Çavuşoğlu'yla arkadaş olunur mu?" başlıklı bir köşe yazısı yayınlamıştım. Özkan'la yaptığımız köşeden köşeye bu kısa paslaşma, aslında iki gazetecinin farklı fikirlerini en medeni haliyle aktarmasının güzel bir örneği oldu. Özkan'ın tarifiyle birbirimizi eldivenle sevdiğimiz bu yazılarımıza gelen çokça tepkiler de adeta özlem çeken okurların tebriklerinden oluşuyordu. Umarım, deneyimli gazeteci Özkan Tokmak'ı önümüzdeki şubat ayında yapılacak seçimler sonrası Denizli Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak da göreceğiz. Bu konuyu seçime yakın yeniden gündeme getireceğim.
Tabi bu ülkede makam ve mevkii sahiplerini eleştirmek kolay değil. 28 yılı geride bıraktığım meslek hayatımda eleştiriye olan tahammülsüzlüğe çokça tanık oldum. İyiye iyi dediğimde "Bu adam bizden" denirken kötüye kötü dediğimde bana yakıştırılan sıfatlar, parti fark etmeksizin hayal gücünü zorlayan nitelikte oldu.
Nuri Çavuşoğlu'nun belediye meclisinde duyurduğu ve Çınar - YSE arasını kapsayan İstiklal Caddesi'ndeki park yasağı uygulaması çok ses getirdi. Çavuşoğlu "200 kişi aracını park edecek diye 100 bin kişi zaman kaybediyor" dedi. Çok da doğru söyledi. Değerli Gazeteci Osman Nuri Boyacı ile yaptığımız Olay Yeri programlarında da sıkça dile getirdiğimiz Denizli'nin trafik sıkıntısı için atılan önemli bir adım. Zaten şöyle bir baktığımızda pek çok açıdan son derece yaşanabilir bir kent olan Denizlimizin trafik sorunu da çözülse "Dadından yenmeyecek"
Son günlerde ülke genelinde gündeme oturan CHP'li Belediye Başkanları'nın çeşitli suçlamalarla göz altına alınması, kimilerinin görevden uzaklaştırılması gibi konular sonrası ister istemez halk arasında akıllara "Denizli'deki CHP'li belediye başkanlarını da aynı akıbet mi bekliyor?" gibi soruların oluşmasına neden oldu. Halk arasında "Efsane başkan Zeydan Karalar'ın bile içeri alındığı ortamda..." diye başlayan cümleleri biz gazeteciler de "Duayen gazeteci Fatih Altaylı'nın bile içeri alındığı ortamda..." diye devam ettiriyoruz. Şahsen ihtimal vermesem de bellide olmaz tabi.
Aslında şu an ülke olarak yaşadığımız sıkıntının temelinde doğal sürecin çok daha ötesinde iktidarda kalan bir hükümetin yarattığı, daha doğrusu yaşattığı normal bir süreçteyiz. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın zorlu jeopolitik ve demografik yapısını da dikkate aldığımızda son derece normal. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun bir parti iktidarda bu kadar uzun süre kalırsa, yargı başta olmak üzere devletin hemen her kademesi siyasallaşmaya mahkumdur. Bunu sadece AK Parti özelinde söylemiyorum. Şayet CHP bu kadar uzun süre iktidarda kalsaydı da benzer sonuçları olacaktı.
Parti fark etmeksizin Türkiye'deki siyasilerin önceliği her zaman kendileri ve ardından da partilerinin ikbalidir. O ikballerini tesis edecek tek bir oyu dahi alabilmek için her an koca ülkeyi ateşe atabilirler. O nedenle bizler halk olarak demokrasiye ve güçler ayrılığına sımsıkı sarılmak zorundayız. Bizlerin oyuyla yönetme hakkını verdiklerimizi, işimize gelmediğinde her an değiştirebileceğimizi sürekli hatırlatmalıyız.
Haftaya görüşmek üzere...
Diğer Yazılar