VİGDİS HJORTH - MİRAS

(Kötülük de Miras mıdır?)

Pınar Sabancı’nın sosyal medya tavsiyesi üzerine, çok kıymetli bir arkadaşımın bana doğum günüm için Miras romanını hediye etmesi ile başladı Vigdis ile tanışmam. Kitabı elime aldığımda ilk düşündüğüm Norveç ve Kuzey Avrupa edebiyatını ne kadar az tanıdığım oldu. Daha önce sadece Knut Hamsun’dan Açlık romanını okuduğumu anımsayabildim.

(https://denizliyeniolay.com/kose-yazilari/atilla-cakir/aclik-knut-hamsun)

Norveç dili hep uzak kalmıştır bana. Yer ve kişi isimleri akılda zor kaldığı için belki de. Ama bu sefer Miras ile Vigdis Hjorth aklıma oldukça yerleşti.

“Babam beş ay önce öldü, zamanlama ya çok iyiydi ya da çok kötü, nereden baktığınıza göre değişir.” cümlesi ile başlayan eser, her durumun kişiye, yere ve zamana göre farklı etkiler doğurduğunu okuyucuya hatırlatarak açılış yapıyor. Bunun sebebini okuyucu ilerleyen sayfalarda anlıyor.

Başlangıçta basit bir ailevi miras anlaşmazlığı konu ediniyormuş gibi görünse de ilerleyen sayfalarda kahramanımız Bergljot’u ve diğer aile üyelerini tanıdıkça sorunun çok daha büyük ve derinlerde olduğunu anlıyoruz. Ensest, taciz ve aile içi şiddet ile örülmüş olaylar silsilesi ile karşılaşıyoruz. Otoriter bir baba ile ilgi manyağı bir anne gözetiminde büyüyen çocuklardan büyük olan ilk iki çocuğun sorunlarının miras paylaşımı sürecinde ortaya dökülmesini yalın ve çarpıcı bir şekilde okuyoruz.

 Yazar düzensiz bir şekilde verdiği geriye dönüşler (flashback) ile geçmişi, belki de kendi başından nasıl geçtiyse, okuyucuya anlatıyor. Psikanaliz seansları sırasında parça parça hatırladığı geçmişi ile kendinden başka aileden kimsenin yüzleşmek istemeyişi, sorunu Bergljot için daha da büyütüyor. Ülkemizde, çevremizde sıkça gördüğümüz miras paylaşım kavgalarının düşününce böyle medeni miras bölüşümü mü olur derken, kahramanımız babasına karşı yaptığı ensest ve taciz suçlaması ile adeta el bombasının pimini çekip aile bireylerinin ortasına bırakıyor.

Yazarın parçalı, tekrarlı, kimi zaman sarmal bir iç monolog gibi aktarımı okurda yoğun bir bilinç akışı etkisi yaratıyor ancak bu tekrarlar bir süre sonra yorucu olabiliyor. (Rahatladığımı anlattım, çünkü o taraftan gelecek bir tatsızlık yoktu artık. Ne demek istediğimi anladıklarını söylediler. Cenaze töreni canımı sıkıyor dedim, ne demek istediğimi anladılar. Ailenin huyundan korktuğumu söyledim, ne demek istediğimi anladılar.) Bu gibi tekrarlanan önermeler anlamı artırıp güç katsa da bazen sıkıcı gelebiliyor. “Bard ilanın yalın olduğunu yazdı. Yalındı.” Burada yakışmış bence.

Olayın Norveç gibi refah düzeyi yüksek, medeni bir batı ülkesinde geçmesi ve yazarın bu olayı tüm çıplaklığıyla, sarsıcı ve yalın bir şekilde anlatması cesur bir girişim bence. Olayın diğer çarpıcı bir yanı ise yazarın kendi yaşamından bir alıntı olması ki yazarın ailesinden büyük tepki gelmiş bu ifşaya.

Eser açılış cümlesi ile tersini iddia etse de olayların sadece kahramanımız gözünden anlatılması ve onun tezlerinden güçlü olarak bahsedilmesi, ister istemez okuyucuyu manipüle ediyor.

Eser ensest, aile içi şiddet, miras, kuşakları arası aktarım gibi temalara değinirken Bosna ve Filistin katliamlarına da açık göndermeler yaparak tarafını insanlık olarak seçiyor.

Bazen taraf tutmamanın, sessiz kalmanın bile yanlış tarafta olmak olduğunu kahramanın kardeşi Astrid üzerinden örnekleri ile anlatılması, bence birçok sanatçıya ve ünlü kişilere bir gönderme niteliği taşıyor.

Eseri okurken Norveç doğasında yaptığımız küçük geziler sayesinde farklı tatlar da aldığımız bu çarpıcı romana puanımız 7. Bir alkış da iyi bir iş çıkaran çevirmen Dilek Başak için gelsin.

Son olarak şahsıma not: Uzak Doğu edebiyatına olan açlığımı doyurur doyurmaz daha çok kuzey edebiyatı okuyacağım.

Akılda Kalanlar

Umursamadığım biri karşısında dürüst olmak neden önemliydi?

Aşk kalp çevresinde çalışan bir cerrahtır.

Bana yaptıklarından dolayı bana tahammülleri yoktu.

Tüm canlıların ilk vazifesi dayanmaktır.

Burası çocukluğumun geçtiği sokak dedi, varoluşumun kökü burada.

Bir savaştan çıktın, yara bere içindesin, ancak birkaç gün içinde daha iyi hissedeceksin, daha iyi olması için genellikle önce canı yanar insanın.

Acı çekerek iyi biri olunamaz. Acı çekerek genellikle kötü biri olunur. Kimin en çok acı çektiğini tartışmak çocukçadır.

Bir şeyleri paylaşmaya ihtiyaç duymuyordum çünkü zaten paylaşılmışlardı,

Yaramı sevip okşuyor muydum ben?

Büyük bir sorumluktu bu, nefes almak, yaşamak,

İnsanlar birbirini görmediğinde, birbirlerinin sesini duymadıkça, beden dillerini gözlemlemedikçe iletişimin çoğu ortadan kalkıyordu. Görmedikçe aradaki mesafe de birbirlerini şeytanlaştırma olasılığı da artıyordu.

Şehre geldim, ama şehir, şehrin dışındaydı, umutla geldim, ama içip içip gittim, İrlanda'ya gelmişti çünkü kocaman ağaçların gölgesini arıyordu, ama İrlanda'da sadece çalılar vardı.

Bütün mesele dedi, kendini bırakıp meyvelerle birlikte yere düşmekte ve karıncalar tarafından götürülmekte.

Diğer Yazılar